Gezgin Notları – RENKLER

SİMSİYAH
30.07.2007

Çıktık işte.
Kestik halatlarımızı ve çıktık.
Sorsanız cevap hazır. “Karmaşık duygular içindeyim.”
Bir iki duygu sözcüğü., falan filan.
Yıllardır özlenen hayal , sonunda kavuştuk v.s. .
Ne kadar mutlu , insanın hayallerini gerçekeştirmesi ıvır, kıvır, zıvır.

Yalan hepsi yalan.
Yavru Kutup Ayısı nasıl güzel ifade etmişse, işte aynen öyle
Ve tek kelime ile:
Korkuyorum Ulan.
Bal gibi korkuyorum işte.

Bilinmeze yolculuk.
Macera mı? Ben maceracı değilim ki.
İspat mı? Neyi ki ? Niye ki?
Özenme mi? Belki ama değer mi?
Feda ettiklerine baksana.
Ne kadar istedim bugün ciddi bir sebeple gidememeyi.
Dostlarıma bana bir sebep bulun dedim, kalalım.
Cevap umutsuz.

Bu muydu 17 yıl önce konmuş hayal?
Karnıma yumruk yemiş gibi kıvranmak mı özlenen?
Hüzün mü, endişe mi, korku mu arzuladım acaba?
Nedir bu halim Allah Aşkına?

Tam dolunay varmış,
Frank Sinatra: “ I did it My Way” dermiş,
Sevgilim, “My Better Half” yanımda can yoldaşımmış.
Hava güzelmiş,
Kızımız PANK bizi güvenle sarmalamışmış,

Herşey mükemmel de niye ben böyleyim?.
Nerden bulaştık şu işe demişti Nilgün.
Sahi yahu, niye bulaştık?
Şu anda herşey bulaşık.
Bulaş bulaş.
Yapış yapış.

Karardım, kararttım.
Ne yapayım şu anda böyleyim.

Yarın yeni bir gün.
Kimbilir belki farklıdır.
Aynıysa yandık.
Ne anlatırım bu güzel insanlara?
Bizden güzel haberler bekleyen sevgili dostlarımıza..
Ne derim ben, kara, kara, kapkara.

GIPGRİ
31.07.2007

Nöbet tutuyorum. Saat 4:00
Gözlerim kapanıyor.
Zırr Telefon, Pınar !
Ilk sözü : Baba uyuma !.
New York’dan beni arakladı.
Iyi tanır beni sevgili kızım.

Nöbetimi devrettim ve yattım.
Üç buçuk saat uyuyunca sanki Dünya biraz daha farklı.
Gelibolu’ya 10 mil var.
Çanakkale Boğazı’ndan onlarca kere geçmişizdir.
Hep bir hedef liman,
Hep bir kısıtlı zaman vardı.
Şimdi ikisi de yok.
Ne varılması şart olan bir yer,
Ne de sınırlanmış bir zaman var.

Marmara ve Çanakkale Boğazını güneye doğru geçerken hep geri dönüşü düşünmüşümdür.
Kafadan rüzgarla “Yokuş Yukarı” geri dönüş hep sevimsizdir.
Bu sefer o duygu yok.
Bu sefer hüzün var.
Bu son olabilir mi?

Murat ile Ayda Sicilya’ya vardılar.
Mesaj atmışlar:

“Derya sizin yeni eviniz,
Arkanizdan bakakaldik bir sürü keriz,
Nasil olur da özlemeyiz,
Nesrin-Kemal biz hep sizleyiz.”

Şair kardeşim benim, onu ben keşfetmişim güya.

Halat kesmek basit değilmiş, hayatın amacı haline gelmiş olsa da.
Haluk baltasını kapmış,
Milliyet muhabirleri kameralarını konuşturur.
Kemal bir bayrağı direğe çekemez,
Nesrin’in elinde korna,
Cüneyt kıyafetimize bulaşır,
Seda karnı burnunda dolaşır,
Erhan bayrağımıza laf eder,
Annem, babam sessiz, güya sevinçli,
Julide’nin gözünde ilk defa yaşlar,
Sermet, Ayşe buruklar,
Kerim hüznü neşeye çevirme gayretinde,
Selçuk, Selma endişeli,
Sacide, Burhan niye diye sorguluyor,
Tansu, Ercan gülümsüyor,
Can , Görkem enerji dolu,
Yavuz, Yıldız duygulu,
Cem, Tijen şaşkınlar,
Savaş, Yasemin 17 sene önceki motorun sahibi bu muydu diye bakıyorlar,
Banu, Hüseyin suskunlar,
Sevda her anı yakalamaya çalışıyor,
Kerem sımsıkı sarılıyor,

Yani hüzün vardı bolca.

Zerrin Özer “Ayrılmalıyız” diye haykırıyor
Ve son an,
Inen balta PANK’ı karaya bağlayan son halatı kesti
Yankılanan ses taaaaaa Atlantik’e kadar ulaştı.
Hadi bakalım, Selametle.
Görüşürüz dostlar.

AÇIK GRİ
01.08.2007

Bozcaada’dayız.
Baltayla kesilmiş halatlar öylece duruyor.
Dokunamadık.
Yaşasın Ilhami Abi hatıra olarak istedi.
Hepsini toparlayıp verdik.

Dün Sinan limanda karşıladı bizi.
Akşam, rakı balık ve yorgunluk.
Bugün buradayız.
Hem biraz renkler de açılır belki.

Ne acelemiz var?
Nereye gideceğimizin ne önemi var?
Yapılacak işleri tamamlarız.
Enerji depolarız.
Çarşambaları Pazar kurulurmuş burada.
Nesrin bayılır.
Yeni hayatımızın ritmine alışacağız anlaşılan.

Murat ile Ayda Blue Siesta ile Sicilya’dan bu gece avara edecekler.
Yolda karşılaşacağız inşallah.
Ama kimbilir ne zaman ve nerede?
Malum denizde randevu olmaz derler.
Kısmetse, İnşallah sözcükleri denizcilerin dilinden düşmez.

Hava sertledi.
Kıçımızdan itecek ama yine de 6-7 kuvvetinde esiyor.
Sabah duruma bakacağız.
Inmişse ne ala.
Yoksa Bozcaada’ya devam.
Cruiser olunca böyle.

KIRIK BEYAZ
02.08.2007

Viskomodorumun tespitine göre gece rüzgar 50 knotlara dayandı.
Dalgalar mendirekten aşıp bizleri ıslatıyor.
Iyi ki Bozcaada’da kalmışız.

Akşam Aita Pea Pea limana girdi.
Tam da hava esmeye başlamış..
Bağlanmaları zahmetli oldu.

Sabah hava inmiş,
5-6 kuvvetinde esiyor.
Tam çıkmaya karar vermiştik ki,
Zırr telefon; Babam.

Milliyet Cafe eki çıkmış,
Boy boy resimlerle ropörtajımız yayınlanmış.
Hemen bir Milliyet bulduk.

Teşekkürler Tijen,
Teşekkürler roportajı yapan genç arkadaşımız.
Abartmadan ve yorumlamadan söylediklerimizi yazmışsınız.

Son Türk limanından uğurlanışımızda
Kornalarla beraber,
Özlem, Serdar, Renan, Kaan
Murat, Zuhal ve Ilhami Abi vardı.

Bu sefer hüzünden çok, mutluluk hakim.
Hedef kısmet olursa Yunanistan’ın Aiginia adası.
Atina’nın karşısı.
190 mil yolumuz var.
Çalkantılı bir yelken seyirdeyiz.

EGE LACİVERTİ
03.08.2007

Sopa yedik.
Hem de sıkı sopa.
Ayda söylemişti oysa Poseidon 7 bofor hava veriyor diye.
Biz de çıkmıştık. Herşey de güzeldi.
Nasıl olsa sancak kıç omuzluğumuzdan geliyordu.

Sonra;
Ege’nin o kısa periodlu dalgaları büyüdükçe büyüdü.
Meltem arttıkça arttı.
Bu sabah 8 Bofor’a oturdu.
Rüzgar göstergesi maximum sürati kaydetmiş.
45,7 knot.
Önce full arma,
Sonra mendil kadar genoa, mendil kadar mizena
Artık otopilot kumanda etmiyor.

Her taraf cambıl cumbul.
Bu kadar mı sallanırmış PANK.?
Aman Allah’ım bu sesler ne?
Tuğla duvarlar mı yıkılıyor?,
Konservelerden kuleler mi yoksa?.
Bu gacırtı nereden geliyor?
Bu ritmik ses neyin nesi?

Yemek yok, içki yok,
Uyku sırayla ve huzursuz.
29 saat sürdü yolumuz.
Yorulduk çok.
Cruiser usulu olmadı bu.
Haklı Sinan Soley ne zorunuz var demekte.
Ayda ve Murat ile buluşacağız ne yapalım?

Seneler önce “Elephant Man” (Fil Adam) filmini seyretmiştim.
Siyah beyaz çekilmişti.
Çünkü anlattığı dünyada renk yoktu, karanlık vardı
Çok etkilenmiştim.
Ne güzel bizim dünyamız renklerle dolu.
Şu Ege’nin lacivertine hayran olmayanımız var mı?

Şimdi Atina’nın 10 mil güneyinde bir koyda demirdeyiz.
Pırıl pırıl su.
Nihayet sükun var,
Nihayet sallanmayan bir tekne,
Nihayet uğuldamayan tatlı tatlı esen bir rüzgar,
Nihayet yemek var.

PEMBE
04.08.2007

Güzel mesajlar geliyor.
Koşulsuz destek geliyor.
Yaşasın enerji ve mutluluk.

Yola çıkınca birden şair olduğum yorumları geliyor.
Şair olmak kimin haddine.
Uslup desek?

2002’de Komodorumuz Atlantik seyrine çıkarken yazdıklarım var:

Bir grup insan var.
Sanal dünyada değil,
Doğada yaşıyorlar,
Denizde yaşıyorlar.

Tekneleri, evleri.
Dingileri, arabaları
Yazlıkları, koylar,
Kışlıkları, marinalar,

Hacimleri dar,
Dünyaları geniş,
Kavgaları bitmiş,
Sukunet hakim.

Vücutları fit,
Dimağları dinç,
Umutları sıhhat,
Sevinçleri seyahat,

Stresleri fırtına,
Huzurları güneş,
Dostlukları köklü,
Öncelikleri insan !

————-

Aşağıdakiler kime idi acaba?
Yıl 1999 . O zaman bekar ve yeni aldığı andropoz motorsikleti var.

Bir Yelkencinin Hayali

Bir varmış, bir yokmuş.
Yok yok masal anlatmayacağım.
Ama siz masal gibi dinleyebilirsiniz .
Aslında tamamı gerçek.

Kahramanımız 13 metre boyunda bir polyester yelkenli sahibi.
Kendi firması ve fena sayılmayacak bir geliri var.
Bekar ama çok sevdiği bir kız arkadaşı ile beraber.
Ayrıca Romi’si ile Buddy’si de var.
Hem de sempatik ve “R” özürlü.

Hiperaktivitenin üst sınırında,
Motorcu, Balıkçı, Dalgıç, Kayakçı, Yatçı, Yelkenci, v.s.
Kışın, kayar, dalar, yer, içer.
Yazın motora biner, dalar, yer, içer.
İyi balık yer , iyi de rakı içer.

Herşeyini etrafına saçar,
Kimin için kaç parçaya ayrılabilirim diye düşünür,
Çevresindekilerin şaka kaldırma dozunu çok iyi bilirse de,
Şaka sınırlarını sonuna kadar zorlar.

Bir köyü vardır uzakta.
Çok ta uzak değildir aslında.
Yuvası acaba evi mi, yoksa köyü müdür kendi de karar verememiştir.
Evi ile köyü arasında mekik dokur durur.

Bir hayali vardır.
Dalış teknesi yapmak.
Çok sayıda balıkçı ve dalgıç arkadaşına bu tekne ile ilgili ortaklık teklif etmişir.
Tekneyi tarif etmesi istendiğinde anlattığı şey aslında bir Gırgır Teknesidir.
Ama bilmez ki reislikte ortaklık olmaz.

Bir gün Camgöz Reis, yelkenlisini satacak.
İri kıyım bir Gırgır Teknesi alacak.
İçine ağlarını ve dalış takımlarını koyacak.
365 gün denizde balık avlayacak.
Köyüne uğradığında
Kolunda çocuğuyla, karısını; çeşmebaşında bulacak.

Yani murad – kerevet olacak.
——————-

Bu gün tatil.

Blue Siesta MAVİSİ
05.08.2007

Bu kaçıncı uğurlanış Allah Aşkına !
Bu sefer de uğurlama yeri Yunanistan’ın Aiginia Adası.
Uğurlayanlar: Ayda, Murat, Ülkü, Mehmet.
Yine duygu yükü, yine sevinç-hüzün karışımı.

Meşhur Blue Siesta dün limana girdi.
Anlı şanlı ve pek de havalı idi.
Uzak Yol Kaptanları değil ama,
Uzun Yol Reisesi ve Reisi ile sıkı sıkı kucaklaştık.

Limana bağlanmak burada da problemli.
Güneş batarken limana dolan teknelerin çoğunluğu charter teknesi.
Yerler tükenmiş, son bir iki yer için herkes fırıl fırıl dolanıyor,
Birbirlerinin üzerine demir atıyor,
Diğerlerinin demirini bozuyor,
Herkes teknesinin başında nöbet tutuyor.
Anlayacağınız güneş batana kadar bir curcuna.
Rıhtıma çarpanlar, birbirinin üzerine düşenler,
Limana hızla giren hidrofoiller
İkinci sıra oluşturmaya çalışanlar,
Bağrış – cağrış, itiş – kakış.

Bir ufak hasar da Pank’da var.
Windex’imiz eğildi , bozuldu.
Nazar bocuğu olsun ne yapalım.

Hele bir de hatırı sayılır bir rüzgar esse,
Hayat nasıl olur acaba bu limanda?

İki güzel günden,
Octopus grill, ouzo, saganaki ve tzaciki ’li iki akşamdan sonra,
Yarın Pazartesi Korent kanalını geçeceğiz inşallah.
Salı günleri kanal bakım için kapalı.

Blue Siesta ise Istanbul’a intikal seyrine devam edecek.
Istanbul’a sevgilerimizi götürün dostlar.

MOR
06.08.2007

Sabah vira bismillah.
Demirimizi alırken bir de eski bir tonoz zinciri kaldırdık.
Artık Aiginia yeter.
Ver elini Korent kanalı.
Geçiş ücreti tam 221 Euro.
Topu topu 3,2 Deniz mili.
Yani dünyanın uzunluğuna göre en pahalı kanalı.

Bekletilmek adettense de , beklemedik.
Kanalı geçince beklemediğimiz bir şey daha vardı.
Tam iki kaşımızın ortasına esmeye başlayan batı rüzgarı.
Arttıkça arttı ve tahminlerin çok üzerine 6-7 kuvvetine çıktı.
Gerçi bizde de ihmal vardı.
Hava tahminlerini detaylı incelememiştik.

Baktık ki dalgalar rüzgara karşı yol almamıza izin vermiyor.
Döndük geri.
Deniz hayatımızda ilk defa,
Yola çıktıktan bir süre sonra hava sebebiyle geri döndük.
Korent şehri; yat limanı; aborda ve huzur.

98 Kayra’da Pamina Grande teknesi reisi Helmut,
Daha tanışma sırasında:
“Ben 6 bofor havayı gördüm mü çıkmam.” demişti.
Çok garipsemiştik.
Doğru muymuş yaptığı ?

1991 senesi ilk teknemiz Deno,
Hani şu banyo küvetinden hallice olan.
Marmara adasından Marmara Ereğlisi’ne seyir.
25 deniz mili , 5 saat aslında.
Kafadan yine sert rüzgar.
Olmuş 8 saat, bir türlü varamıyoruz.
3-4 tekneyiz. Herkes bizi bekliyor.

Gece saat 11 , limana girdik.
Yorgun ve sırılsıklam.
Halatları kıyıya attım,
Tekneyi bağlamadan,
Mototru stop etmeden çıktım, gittim.

Sevgili Reisler demişlerki arkamdan:
“Bitti bu iş,
Satılık tekne var.
Kemal suyu bir daha ancak bardakta görür.”
Bilmiyorlardı ki ;
Çok sıkışmıştım,
Pantolonuma doldurmak üzereydim ve
Tuvalete koşmuştum.

Pantolonuma doldurma sebebim benle beraber gidecek.
Hiç kimse bilmeyecek.

ALMAN SARISI
07.08.2007

Alman Liseli sınıf arkadaşım Sinan Soley çok memnun,
6 bofor havayı kafadan yiyince döndük diye.
Hah! Diyor “ Tamam. Dön yat ne zorlarsın ki? ”
Alman ekolünün etkisi olmalı,
Programlı ve dakik olmak.

Hayatı boyunca programlar yapmış,
Bunları değiştirmeden uygulamak için,
Çok çaba sarfetmiş,
Hatta başta kendisininki olmak üzere
Kalpler kırmış birisi için kolay mı
Programsız, hedefsiz bir yaşama geçmek?

Önümüzdeki beş senenin programı
Beyninde şekillenmiş duran ben?
Nasıl yaparım?

Bugün Korent limanından çıkmadık.
Hava azalsa da esmeye devam ediyordu.
Dinlendik.
Ama bana göre program şaştı.

Denizde randevu olmaz sözünü
Defalarca söylemiş olan ben,
Bunu 1400 gram beynime hala benimsetemedim.

1999 senesi Cyclades adaları gezisi.
4-5 tekne, 15 gün süre.
Her günü programlamışım.
Mykonos’da bir gece daha kalmayı
Kabullenmem kolay olmamıştı.
Ayaklarına kapanmak deyimi vardır ya.
Sevgili dostlarım adanın meydanında
Tatbiki olarak uyguladılar.

Siga siga gitmeyi öğreneceğim inşallah.

Bu arada yarının programı hazır.

GÖCEK MAVİSİ
08.08.2007

Bugünkü elektrik Aslı Özdaş kardeşten,
Programsızlıktan bahsedince
“Ölü Ozanlar Derneği” filmini hatırlamış.
Pınar’ın bizim için yaptığı DVD kolleksiyonunda vardı.
Oturduk seyrettik.

“Carpe Diem. Seize the Day. ”
Yani “ Günü yakala”
Bunların dışında bir cümle daha vardı ki beynime çakılan:
“Ormanda yol ikiye ayrıldı. Ben daha az gidileni seçtim.
Ve bütün farkı o yarattı.”

“Hayatlarınızı olağandışı yapın.” diyordu,
Meşhur öğretmen.
Kolay mı sanki zincirleri kırmak?
O kadar fazla var ki.

Bizim şimdiki zincirimiz ise Batı rüzgarı.
Korint Körfezinin ortalarında kuzeye yaslanmış
Trizonia adasında demirdeyiz.
Göcek koylarını andıran nefis bir koy.

Yine kafadan 25 knot rüzgarla geldik.
Halen de direklerde ıslık çalıyor.
Hiç doğu esmeyecek mi Allah Aşkına?

Rod Heikell Abi “ Hayır” diyor “Esmeyecek.”

YEMYEŞİL
09.08.2007

Trizonia adasını gezdik bugün.
Küçücük yemyeşil bir Yunan Köyü.
Sanki Ege kıyısındaki bir Türk Köyü.
Eski yığma taş derme çatma evler,
Kümesler, çöpler,
Köhne bir köy bakkalı
Cami yerine bir klise ve bir chapel,

Ayin vardı klisede.
Papaz Efendi, birkaç çocuk,
Genellikle yaşlı teyzeler ve az buçuk da amcalar.

Kıyıda bir kaç cafe ve “taverna”
Turistik eşya dükkanı.
Turizm var ya.

Çok seviyorum şu Yunanistan’ı ve Yunanlıları.
Müziğimiz, yemeklerimiz, davranışlarımız,
Insanlarımız,
İyi ve kötü yanlarımız o kadar benzeşiyor ki.
Neden aynı çatı altında olamamışız acaba?

Akşam yemeği kıyıdaki bir restaurant’da
Yani tavernada.
Masada Ouzo, ahtapot ızgara, cacık, mezeler v.s.
Hesap iki kişi 32 Euro.
Bir de Bekir Kara’nın kadehi vardı masada.

YUNAN MAVİSİ
10.08.2007

Zakynthos adasına geldik bugün.
Yunanistan’daki son liman.
Sonra kısmetse Sicilya.
Türkiye’den sonra Yunanistan da bitti işte.

534 deniz mili gelmişiz.
78 saat toplam seyir.
6.85 knot ortalama.
34 saat yelken,
44 saat motor.

4 sene yazları Yunan adalarında gezdik.
Pek çok Yunan adası gördük.
Gel gör ki her adanın farklı bir karakteri var.
Bazılarını görmek demek,
Yunan adalarını gördüm demeye yetmiyor.
Kolay değil tam 1400 tane var onlardan.

İçindeki şairi keşfeden dostlarımıza
Gökmen Savaş Kardeş ilave oldu.
Bakın şu şirinliğe:

Sustuk sustuk ama yeter artık
Her gün rakı balık hergün cacık
Bakarken arkanızdan alık alık
Kıskanıyoruz işte İstanbul’da kaldık

Buyrun bakalım.
Ne olacak şimdi?

Caretta Caretta YEŞİLİ
12.08.2007

Dün araba kiraladık.
Bıdıcık bir Citroen C3
Zakynthos’u baştan başa dolaştık.

Laganas Beach,
15-30 yaş arası teenage’lerin ablukasında.
Caretta Caretta’lar bu kumsala da yavrularlarmış.
Zakynthos bu sevimli yaratıkların hediyelik eşyaları ile dolu.

Ada 1953 depreminde yıkılnış ama
Halen tek tük eski bina ve kliseler var.
Ücra köyler,
Denize inen sarp kayalıklar,
Bodrum benzeri şehir merkezi,
Faytonları ve Renkleri ile
Beğendik Zakynthos’u.

Hava müsaade etmiyor Sicilya geçişine.
Galiba 3-4 gün daha Zakynthos’u beğeneceğiz.

Web sitemizi açtık.
Renkler,
Renklere sizden sesler
Resimler
Rota
Korsan Raporu
Ne istersen var.

Amatör ve de primitive
www.pank.biz
Eleştrileri bekleriz.

PINAR TURUNCUSU
13.08.2007

İlk günkü simsiyahla başladı
E-mail trafiği.
Aklımızda yoktu oysa.
Cüneyt aradı çıktıktan sonra.
Yazın dedi hissettiklerinizi.

Biz de yazdık içtenlikle ve
Paylaştık hepinizle.
Renkler de tesadüftü.
Kapkaraydı çünkü
Ve değişecekti.

Dostlarla renklendi de.
En büyük zenginlik dostlar olsa gerek
Ne kadar inanılmaz
Bu kadar sevgi, bu kadar ilgi, bu kadar destek.

Web sitesi projesi ise yeni değildi.
Ismini çoktan almıştık.
Ama nasıl dolacaktı içi?

Doğurduk sitemizi de
Pınar’ın doğum gününde.
24’ü bitirdi bugün Pınar.
Buradan ona ömür boyu mutluluklar.

Çok düşündük:
Acaba güzel mesajlarınızı koymalı mıyız diye.
Kırılır mıydı,
Yoksa hoşlanmaz mıydı bazılarımız?
Sonra dedik ki esas olan paylaşmak duyguları.
Koy gitsin be kardeşim, bırak alınganlıkları.

Teşekkürler dostlar.
Hepinize ayrı ayrı
Çok özel teşekkürler.

SARI
15.08.2007

Bizi Google Earth’den takip edermiş
Sevgili Bahar Kardeş.
Hem de girdiğimiz limanların,
Gezdiğimiz adaların resimlerini de görürmüş.

Zakynthos’da çarpışan arabalar yeine
Çarpışmayan arabaları gördük.
Kocaman bir meydan.
Trafiğe kapalı.
Birisi getirip koymuş
30-40 adet çeşit çeşit
Akülü çocuk arabasını.

Kiraya veriyor ebeveynlere.
Çocuklar üstlerinde.
Meydanda fırıl fırıl
Çarpışmadan da keyifli hepsi.

Komodorumuz Teoman Ağabey’den
Duyduğum bir söz var.
Liman g….ü büyük olurmuş.
Büyüdü mü ne?

Tekneler için en emin yer limanlardır.
Ama tekneler limanda durmak için değildirler.
Bu da bir başka söz.

Yarın sabah erkenden vira bismillah.
Kısmetse ver elini Italya.
2 gün denizdeyiz.
Sonra yine sizleyiz.

LACİVERT
17.08.2007

275 millik Yunanistan Italya geçişinin sonlarındayız.
Hedef Sicilya’nın Messina limanı
Daha 3 saat yolumuz var.
Dün sabah 05:45’te ayrıldık limandan.
Tam 33 saat oldu yoldayız.

Doğu rüzgarı bulamadığımız için
Az veya hiç batı rüzgarlı bir hava seçtik.
Biraz ölü dalgalı
Ama sıkıntısız bir motor seyri.

Pınar’ın hiç unutmadığım bir sözü var.
Der ki:
“Herkes hayatında en az bir defa,
Açıkdenizde seyreden bir teknede
Gece tek başına
Nöbet tutma tecrübesini yaşamalı”

İşte dün öyle gecelerden biriydi.
Üstelik mehtap da yoktu.
Zifir karanlık.
Üstünde yıldızlarla bezenmiş sonsuz gökyüzü,
Altında binlerce metre sonsuz su.
Fındık kabuğunun içinde tek başına.
Hiç korkunç değil ama çok farklı.

Tam bu satırları yazarken,
Bir de baktık ilerde kuzucuklar
Belli ki Messina bizi karşılayacak.
Yok öyle sütliman boğaz.

Hava 20 – 25 knot esiyor.
Her yer kuzucuk
Akıntı 3 knot.
Ama yer yer deniz düzeliyor ve
Yüzeyde girdaplar görülüyor.
Enteresan bir yer Messina Boğazı.

BAYRAK KIRMIZISI
18.08.2007

Messina Marina’sındayız.
Büyük bir ticari limanın içi
Ferry’lerin biri giriyor, diğeri çıkıyor.
Bir dalga, bir çalkantı.

İlk defa tekneyle Italya’ya geliyoruz.
Sancak gurcatamıza çektik Italya Bayrağını.
Bu bayrak nezaket bayrağı.
Italyan kara sularında seyrettiğimizi biliyor ve
Kanunlarınıza saygı gösteriyoruz demek.

Kıçımızda Amerikan Bayrağı,
Malum Pank Amerikan Bayraklı.
İskele gurcatamızda ise Türk Bayrağı
Biz içindekiler Türk’üz demek.

Türk Bayrağımızı gören
Tayfun İşevi ziyeretimize geldi
Southern Cross yelkenlisinin kaptanı
Ayaküstü sohbet ve tabii ki
Her türlü yardım teklifi.
Şimdilik teşekkür ettik.
İnşallah gerekmez dedik.

Messina iri kıyım bir Italyan şehri.
2 Beygir gücünde bir araba ile gezdik.
Merak edenler için web sayfamız var.
Hem de güncel.

Bir kaç gün buradayız.
Araba kiralayıp Sicilya adasını gezeceğiz.
Sonra yine renklerimizi aktaracağız.

ORTAÇAĞ BEJİ
20.08.2007

İki gündür Sicilya’yı geziyoruz arabayla.
Akdeniz’in en büyük adası.
Arkeolojik cennet.
Ortaçağ renkleri her tarafta.
Tatil yöreleri var,
Onlar da aynı renk.

Etna’yı gördük.
Avrupa’nın en önemli volkanlarından.
Dumanları kesintisiz tütüyor.
Yani aktif.
Sık sık kızıp kükrüyor.
En son 2003’te püskürtmüş içindekileri.

Hemen eteklerinde Alcantara vadisi
50 metre yüksekliğe ulaşan
Vahşi, yalçın kayalıklar.
8 derece, deli akan su.

Nasıl oluyor bu kadar yakın;
Biri su; buz gibi,
Diğeri lav; kızgın, ateş gibi.
Doğa muhteşem
Doğa inanılmaz
Doğa çok güzel

Pank yolumuzu gözlüyor
İki gündür Messina’da.
Kızımızı çok kızdırmamışızdır inşallah
Sallanmaktan içi dışına çıkmıştır kesin.
Yarın kavuşacağız kısmetse.

Sicilya’ya devam,
Herkese selam.

GÖKKUŞAĞI
21.08.2007

Murat Soydaş Kardeş mail atmış;
Başlık: Istanbul gökkuşağı.
Yani bütün renkler var Türkiye’de.
Çok haklı.

Her yeri bilinçaltı veya bilinçüstü
Karşılaştırıyoruz Türkiye’mizle.
Sonuç çoğunlukla aynı.
Cennetimizi kim inkar edebilir?
Cehenneme çevirmeye uğraşsak da.

Yine de aramalı başka renkleri
Dünya o kadar güzel,
Renkler o kadar çeşitli ki,
Yetmez kimsenin ömrü, bitirmeye.

Döndük Messina’ya
Kızımızı bulduk uslu uslu bizi beklerken.
Sicilya’nın bıraktığı iz
Çok kalıcı olmayacak galiba.
Resimler var sayfamızda.

Yarın ferry ile Stromboli adası.
Öbür gün Arrivederci Messina.
Sonra Sicilya’nın kuzey kıyısı
Bu sefer PANK ile denizden inşallah.

LAV SİYAHI
22.08.2007

Bu gün Stromboli adasındaydık.
Hydrofoil ile gittik ve geldik.
5 kuvvetinde havada
Benim Jeep’den daha fazla zıplattı.

Uzun süredir merak ederdim Stromboli’yi.
Sicilya’nın kuzeydoğusunda,
Denizin üstünde 2000 metreye yükselen
Bir volkanik dağdan ibaret.

Etna gibi aktif,
Onun gibi duman püskürtüyor.
Onun gibi ihtişamlı.
Zaten birlikte hareket ederlermiş.
Aynı zamanlarda püskürürlermiş.
Yeraltı dünyasında yakınlıkları var anlaşılan.

Küçük bir kasaba,
Bir buçuk kişilik sokaklar,
Triportör bozması taksiler,
Siyah lav kumları ile
Değişikti Stromboli.
Resimler yansıtır mı bilmem.

Zakynthos’tan sonra
Burada da 6 gün yayıldık.
Ama bu sefer isteyerek ve gezerek
Deniz düzenine geçme zamanıdır.

Yarın hedef Cefalu.
Sicilya’nın kuzey kıyısında
Tam ortada.
Kısmetse yolumuz 85 mil.

GÖKOVA MAVİSİ
24.08.2007

Yine motor seyri
12 saat.
Arada 1 saat yelken var.
Hem de 30 knot’a çıkan rüzgarda.
Nereden eseceğine karar veremedi bir türlü.

Yangın var.
Orman yangını.
Helikopterler, uçaklar.
Söndüremediler akşama kadar.
Gök kıpkırmızı duman,
Her taraf kül ve is.
Yazık doğaya.

Cefalu şimdiye kadar
Sicilya’da gördüğümüz en güzel yer.
Murat Kardeş’in dediği gibi “Ortasına kaya düşmüş”
Google Earth’de pek güzel görünürmüş.

Küçük bir balıkçı köyü iken
Enfes plajı ile sayfiye yerine dönüşmüş.
Ama duruyor eski yapı hala.
Ne büyük oteller,
Ne kooperatifler,
Ne de yüksek binalar var.

Daracık sokaklar,
Sevimli dükkanlar,
Güzel yemek,
Velhasıl sevdik burayı da.

O da ne?
Kocoman bir Gökova yazısı
Bir yarış teknesinin bordasında
Mazot iskelesine yanaşıyor.
İçinde de Cumhur Gökova
7 talebesi ile beraber.

Marmaris, Girit , Malta üzerinden
Sicilya adasını güneyden dolaşip,
Kefalonya , Atina , Bodrum’a giderlermiş.
Yolda ekipler değişirmiş.
Cefalu’da yeni ekip gelecek,
Onlar da Atina’da ineceklermiş.

Yarın sabah Arrivederci Cefalu,
Bakalım kısmet neresi?
Trapani mi? San Vito mu? Favignana mı?

ATEŞ KIRMIZISI
25.08.2007

Bu gün kırmızı doğdu güneş.
Hani derler ya:
“Red sun at night,
Sailor’s deligt.
Red sun in the morning,
Sailor’s warning”

Hava uyarıyor gibi.
Seyirdeyiz, rüzgar yok ama
Kuzeyden gelen büyük sweller var.
Gece de solugan vardı.
Belli ki yukarlarda esmiş,
Belki de esiyor hala.

Palermo önlerindeyiz.
16. kanalı dinliyoruz.
Costa Concordia Palermo’yu çağırıyor.
Şu tesadüfe bak.
Bu yüzen otelle geçen sene
Annem ve babamla tatil yapmıştık.
Acaba aynı denizlere
Pank ile gelebilecek miyiz?
Diye hayal etmiştik.
Oldu işte.

Herşey önce hayal etmekle başlıyor.
Hayal kurmak için hiç bir şart,
Hiç bir kısıt,
Hiç bir zorluk yok.
Ne demişler:
“Yıldızları düşeyin !
Ulaşamasanız da yükselirsiniz.”

Sallan yuvarlan kısmet Trapani imiş.
Yine marina.
Bıktık marinalardan ama
Maalesef yok Sicilya’nın kuzeyinde
Demir atacak düzgün yer.

Yaklaşık 1000 mil oldu.
Istanbul’dan çıkalı.
Daha çooook yolumuz var.

TUZ BEYAZI
27.08.2007

İki gündür Trapani’deyiz.
Sicilya’nın “sol-üst” köşesi
Büyücek bir şehir,
Büyük bir ticari liman.

Limanın hemen yanında
Geniş alanlarda tuz üretiliyor.
Hoop gemilere.

Öbür yanda
750 metre yükseklikte bir dağ
Ismi Erice.
En tepede bir köy.
Onun da adı Erice,
Teleferikle şehirden 17 dakika.

Şirin mi şirin,
Labirent mi labirent sokaklar.
Hepsi kendine özgü evler.
Nefis bir manzara.

Bugün Amerika’dan mail.
15 Ekim Istanbul diyor.
Hiç hesapta yoktu.
Dur bakalım..

Yarın Nesrin’in doğum günü
Biz ise yolda olacağız kısmetse.
175 mil.
Hedef Cagliari
Ada değiştiriyoruz.
Akdeniz’İn en büyük Adasından
İkinci Büyük Adasına
Sardunya’ya gidiyoruz.

FÜME
28.08.2007

Yeni bir duygu hissettim.
Daha önce hissetmediğim bir şey.
Sürekli olarak uzaklaşmak duygusu.
Hep daha fazla uzaklaşmak.
Daha da uzaklaşmak.

Dünyanın ücra köşelerine
Seyahatlerimiz oldu malum.
Yoktu böyle bir his
Uçakla 1-2 gün içinde varılan,
Gezi bitiminde yine aynı sürede
Geri dönülen bir seyahatte bu duygu yok.

Hep uzaklaşıyoruz.
Telefonlar azalıyor,
E-mailler azalıyor.
Kanıksama yerleşiyor.

Oral ile konuşmuştuk.
Hedefe varmak değil amaç.
Mühim olan yolda olmak.
Gidiyor olmak
Durmuyor olmak.
“Yol”da olmak.

Bu his yeni.
Acaba bu mu bana
Sürekli uzaklaşma duygusunu tattıran?

Gece saat 01:00
Sicilya- Sardunya pasajındayız.
Nöbet bende.

Nesrin’e göre bu akşam
En özel yaşgününü kutladık.
İkimiz,
Açıkdenizde,
İki kadeh şarap,
Carpaccio Brezoala,
Pasta Francesca.

Gökmen Kardeşimin kulakları çınlasın.
Yok artık rakı
Yok artık balık

Uzaklaşıyoruz….

GÜL KURUSU
30.08.2007

Yer Cagliari
Sardunya Adasının güneyi.
Bağladık PANK’ı
Atladık arabaya
Sardunya-Korsika karadan.

Her iki ada da çok dağlıkmış.
Sardunya’lılar önce adalı
Sonra Italyan’mış.
Ama denizden çok
Karayla haşır neşirlermiş.

Vurduk dağlara ve dağ köylerine.
Pek şirinler.
Şarap ve zeytinyağı.
Bir leziz ki sormayın.

Costa Smeralda’sız olmadı tabii.
Porto Cervo ile tanıştık.
Göcek misali koyları,
Kerim Ağa Han’ın 50 bin dönüm arazisi
Berlusconi’nin, Putin’in villaları,
Gül kurusu hakim renkli
Kendine özgü mimarisi ve
Helikopterli mega yatları ile
Başka bir dünyada idik.

Ormanlardan geçtik.
Bilinçaltımda bir melodi canlandı.
Başladım ormanla ilgili öğrendiğim
İlk şarkıyı mırıldanmaya.
Hani ilkokulda hepimiz öğrendik ya
“Baltalar elimizde, uzun ip belimizde……..
Ağacın yanında dur! Baltayı sağdan savur.
Olmadı bir de soldan vur… Ama kuvvetle vur.”

Sözler beynimde aniden şimşekler çaktırdı.
Minicik yavrularımıza ormanla ilgili
Öğrettiğimiz şarkıya bakın.

Denizle ilgili ise sadece:
“Aman evladım boğulursun! “u hatırlıyorum.

Doğa sevgisi böyle kazanılıyor işte.

ÇAM YEŞİLİ
01.09.2007

Feribotla Korsika’ya geçtik.
Meşhur Bonifacio’ya.
Öyle güzel bir doğal koy ki.

Sadun Boro 40 sene önce bomboşken
Haluk 20 sene önce 2 iskele varken
Biz ise içerisi marina pontonlarıyla
Dolu olarak gördük.
Çekek yeri bile vardı.

Sarp kayalıkları
Yüksek kalesi,
Şirin cafeleri ile
Çok sevdik Bonifacio’yu

Porto Vecchio’dan içeri döndük.
Dağlara ve ormanlara.
Yeni Zelanda , Karadeniz kıyılarımız
Sonra da Korsika
Doyulmaz dağ ve orman manzaraları

Bisikletliler gördük yollarda.
Her yaştan insanlar, çiftler.
Bin küsür metre yüksekliğe ulaşan
Daracık dağ yollarını tırmanıyorlar.
Çantaları, çadırlarıyla beraber.
Aynılarından Yeni Zelanda’ da da vardı.
Özellikle dağlık ve ormanlık yerleri
Seçiyorlar olsa gerek.
Çok kıskandık.
Ama nasıl olur ki?

Hani derler ya,
Zenginlik çok şeye sahip olmak değil,
Az şeye ihtiyacı olmaktır.
Bunlar herhalde sıkı zengin.

Öbür gün Balear’lara geçecektik.
Ama galiba hava izin vermeyecek.
Kısmet, bir kaç gün Cagliari’deyiz.

TURKUAZ
04.09.2007

Deniz neyi çağrıştırır?
Bu soruya en çok verilen cevap:
Özgürlük!

Ne özgürlüğü Allah Aşkına!
Çıkmak istiyoruz artık.
Ama kuzeyde 45- 50 knot Kuzey-Batı.
Bekliyoruz.

Hepimizin peşinde koştuğu
Özgürlük.
Tarif etmek gerek.
İstediğini İstediğin zaman yapabilmek?

Evde ??
İşte ??
Trafikte??
Tatilde??
Dağda??
Denizde??

Hep sınırlar,
Hep kısıtlamalar,
Her yerde.

Öyleyse özgür değiliz.

En güçlüler özgür mü?
En zenginler özgür mü?
En meşhurlar özgür mü?
En bilgeler özgür mü?

Peki ya Robinson Crusoe?
O özgür müydü?

Özgürlüğü doğru tarif etmek gerek.

Özgürlük ruhun dinginleşmesidir.
Özgürlük insanın kendisiyle olan savaşını bitirmesidir.
Benimki pek biteceğe benzemiyor.
En azından yakın değil.

MOR
07.09.2007

Sıkıldık Cagliari’den
Çözdük dün halatları
Malfatano koyu.
Sardunya’nın güneybatısı
Demirde yatalım istedik.

Attık demiri
Zemin eriştelik.
Tutmuş mu diye kontrol.
Nesrin der tarıyoruz!
Ben ise çakmışım kerterizi
Derim kazık gibiyiz.

Nesrin israrlı.
Gözucu ile log’a baktım.
2,5 knot süratimiz var.
Tornistan.
Ne kerterizmiş ama?
Keriz demedim,
Ker- te- riz !

Bir martı geldi yanımıza.
Bir kaç kırıntıya çok sevindi.
Saatlerce iki kulaç mesafede
Ayrılmadı kapımızdan.
Gel dedik beraber gidelim.
Cevap vermedi.

Bugün Carloforte’ye geldik.
Sardunya’nın batısı
Küçük bir ada.
Yarın kısmetse
Balear adaları geçişi var.
190 mil.

KIRMIZI
09.09.2007

İlk etabımızın
Son uzun geçişi
195 mil – 28 saat
Gece yine aysız
Ama yıldızlarla dopdoluydu.

Menorca adasının başkenti
Mahon’a geldik.
3 mil içeriye giren
Uzunca bir koy.
Her iki yakasına
Dağılmış 7-8 küçük koy
İlginç bir yer Mahon.
Bizim Boğaz’ı hatırlatıyor.

Yerel festival varmış.
Ve bugün son günüymüş.
Şamata, müzik ve
Muhteşem bir fireworks.
Şehrin ışıkları söndü.
Hiç görmediğimiz havai fişekler
Gökte Ayda’nın pek sevdiği
Soğuk cephe bulutları yarattı.
Ve onların arasında
Rengarenk çakan şimşekler.
Pek özeldi ve güzeldi.

Bundan sonra Mallorca adası
Ve Palma
Oradan Istanbul’a
200 küsür saatte gelmişiz ama
Topu topu 4 saat’te
Oradayız inşallah.
10 gün ara veriyoruz.
İş şartlarımız gereği malum.

PALMA GRİ-MAVİSİ
25.09.2007

Palma de Mallorca’ya döndük dün.
Madrid’den kalkmak üzereyken
Pist başından geri döndü uçak
Hidrolik arıza varmış.

Bir buçuk saat içerde
3 saat dışarda bekledik.
Olmadı uçak değişti.
Saat 23 idi PANK ile buluşmamız.
Oysa sabah 8’de evden çıkmıştık.
Avrupa uçuşu adına çok uzundu.

Ne güzeldi Istanbul son on gündür !
Hiç olmadığı kadar güzeldi.
Yani biz öyle hissettik.
Güzel insanları bu kadar yoğun yaşayınca
Her şey farklılaştı birden.

Kızımız uslu uslu beklemiş bizi.
Yaramazlık yapmamış hiç.
Biz de sevdik, okşadık,
Bakımlarını yaptık, temizledik.

Sonra da Palma’yı gezdik.
Resimler sayfamızda.
Bir de bol gökgürültülü, şimşekli yağmur.
Yarın düzelirse hava
Palamarı çözeceğiz kısmetse.

Bundan sonra rotamız hep güney batıya.
Ekvatora da yaklaştıkça
Havamız da ısınacak inşallah.
Oysa sizlerde hava soğuyacak gittikçe.
Durmayın bize gelin.
Randevu defteri açık.

PAELLA KIRMIZISI
27.09.2007

Port Andratx’tayız.
Yazılışına bakmayın, okumaya çalışmayın.
Biz sorduk. Andraç’mış.
Mallorca adasında nefis bir koy ve kasaba.

Nilgün haklı imiş.
Burası İspanya mı, Almanya mı anlayamadık.
İspanyolca’dan fazla Almanca konuşan var.
Gerçekten Almanların işgali altında bu ada.
Ada radyosu bile non-stop sadece Almanca yayın yapıyor.
Bence sorun yok vallahi.

Öğlen Paella yedik.
Cüneyt’inkine hiç benzemiyordu.
Hangisi güzeldi diye sorulur mu hiç?

Yarın kısmetse ada değiştiriyoruz.
Rotamız Ibiza adası, 60 mil.
Ama halen Balear adalarındayız.

ESPALMADOR TURKUAZI
30.09.2007

Hani annelerimizin çamaşır makineleri vardı.
“Merdaneli Arçelik”
Kazanı ritmik şekilde dönerdi.
Bir sağa, bir sola.

Ibiza geçişinde bu durum
Bir sancağa, bir iskeleye şeklindeydi.
9 saatte geldik.
Rüzgar da olmayınca,
Swell PANK’ı devamlı yalpaya düşürdü.
O çamaşırlara çok acıdık.

Ibiza’da şimdiye kadar görmediğim kadar
Gay’i bir arada gördüm.
Bazıları komikti ve eğlenceli idi.

Dün Espalmador adasının
Koyunda tonozda yattık.
Küçücük bir ada ve üstünde bir ev.
Özel mülk.
Ama sahibi, nefis kumsalı ve denizi
Herkesin kullanımına açmış.
Çok da iyi yapmış.
Tonozlara bağlı teknelerle
Kendi manzarası da nefis.

Sabah uyandık.
O da ne?
Karşıdaki kayalıkların üstüne
Küçük bir motoryat konmuş.
Kayaların üstünde çıkmış oturuyor.
Dün yoktu.
Gece olmuş herhalde ama sesini de duymadık.
İçinde de kimse yoktu.

Resimleri olmasa, şu ara izlediğimiz
LOST’un 3. sezonunun etkisi denebilirdi belki.

Bugün 62 mil seyirle İspanya’nın
Ana karasına ulaştık.
Costa Blanca’dayız artık.

CASTILLO SARISI
03.10.2007

Moraira; anakaradaki ilk durağımız
Tatil beldesi, güzel bir marina
Sonunda rahat bir gece.

Ertesi gün demirde yatalım istedik.
60 mil mesafe Torrevieja.
Özelliği yok ama limanı kocaman ve güvenli.

Sonraki durak Cartagena.
Mesafe 45 mil.
Milattan öncesine uzanan tarihi kent.
4 bir taraf tepeler ve üstlerinde
Kaleler yani Castillo’lar
Cafelerin önünde abordayız.

Gece hava esti.
Yönü de bize uygun değil.
Bugün buradayız.
Belki de daha fazla.
Kimbilir?

Bu yörede kıyı seyrinde çok dikkat gerek
Balık çiftlikleri var.
İşaretlenmiş, ama kaba denizde
Farketmek güç.
Hem de kıyıdan bir kaç mil açıktalar.
Az kalsın bir tanesinin içine dalıyorduk.
Full arma giderken
Motor start,
Tornistan,
Sancak alabanda filan
Sıyırdık.

DORADO YEŞİLİ
08.10.2007

Havayı güzel bulunca
Her gün uzun seyirlerle
Gibraltar yakınlarına geldık.

Güney Ispanya
Şimdiye kadar gördüğümüz,
Gelişmiş ülkeler arasında en ucuz olanı.
Istanbul’dan hayli ucuz.
Lokantada şarap ortalama 12 Euro.
İki kişi hesap 30-50 Euro.
Marketlerde orta halli alışveriş
15-20 Euro

İki gün önce ilk balığımızı tuttuk.
Küçük-orta bir Dorado veya Lambuka
Resmi var.
Sakinleştirmek için
Solungaçlarına biraz Burgaz rakısı damlattık.
Ama pek acıdık, çok güzeldi.

Gibraltar’daki üç marinadan biri
Satılmış ve inşaat halinde.
Diğer ikisinde de yer yok.
20 mil önce Duquesa’dayız.

Akdeniz’i bitirdik.
Istanbul’dan itibaren 25 etap
Toplam 2017 deniz mili.

Şimdi sırada 700 millik
Kanarya adaları geçişi ve
2800 millik Atlantik geçişi var.
Her ikisi de heyecan verici.

GIBRALTAR GRİSİ
24.10.2007

Nesrin’in New York ve
Benim Istanbul’a kısa seyahatimiz sonunda
Nesrin ile Londra’da buluştuk.

Pasaport polisi sıkma başlı
Türbanlı bir kadın !
Burası Ingiltere.
Garibime gitti.
Bizim tavrımız biraz da psikolojik mi acaba?

Beraberca Gibraltar’a uçtuk.
Pank’ı Puerto Duquesa’dan alıp
Gibraltar Marina Bay’e geldik.

Meşhur Gibraltar Kayası’nın tam önünde
Baş tarafı suyun içinde bir tanker.
Nasıl batmış acaba?
Resimleri var.

Blue Water Rally grubu
Marina’yı doldurmuş.
30 civarındalar.
Hep birlikte dünya turu yapıyorlar.
Bir kaçıyla tanıştık.
Onların peşine takılıp
Lanzarote ve sonra da
Antigua’ya gitmeyi düşünüyoruz.

Galiba Kanarya adaları geçişini öne alıp,
28 Ekim’de onlarla çıkacağız.
Kısmetse 5 Gün’lük geçişteki
Iridium uydu telefonu numaramız:
+ 88 16 31 61 18 68

Gibraltar Kayası’na çıktık.
Yüksekliği 426 metre.
Meşhur kuyruksuz Maymunlarla tanıştık.

Gibraltar Ispanya’nın içinde
Ayrı bir devlet.
Vergi cenneti.
Ama Ingiltere hakimiyetinde.
Aslında kayanın etrafında
Küçücük bir şehir.
Bir uçtan diğer uca yürüyerek 45 dakika
29.000 nüfüslu.

Havaalanı için Ispanya yer vermeyince
Denize pist yapmışlar.
Pistin hemen arkası sınır.
Ispanya’ya gitmek için,
Insanlar ve taşıtlar aktif uçak pistinin üstünden geçiyorlar.
Uçak ineceği veya kalkacağı zaman
Uyarılar yapılıyor,
Arabalar, yayalar ve tekneler pistten uzaklaşıyor.
Tren yolunda yürümek gibi ama
Kalkış pistinin üstünde yürümek
Gerçekten garip bir his.

ATLANTİK LACİVERTİ
28.10.2007

Cebelitarık Boğazı’nı geçmek biraz çaba ve olanları anlamayı gerektiriyor.

Akdeniz bir iç deniz.
Yüzey alanı büyük ama genel derinliği dünya okyanuslarına göre az.
Dolayısı ile barındırdığı su miktarı az.
Sıcak iklimde olduğu için buharlaşma okyanuslara göre daha fazla.
Bu sebeple Atlantik’ten devamlı surette Akdeniz’e su doluyor.
Yani sürekli olarak batıdan doğuya akıntı var.

Bir başka faktör de gel git akıntısı.
Her altı saatte bir sular alçalıyor veya yükseliyor.
Yükselirken kapalı deniz Akdeniz’in suları bu sefer Atlantik’e doğru akıyor.
Alçalırken ise tersi.

İki akıntı bazen aynı yönde bazen de karşı yönde oluyor.
Ayrıca da süratleri her saat değişiyor.
Yani iş karışık.
Hangi yöne gideceğine göre yola çıkacağın saati
Ve boğazın neresinden geçeceğini hesap etmek gerek.

Bunları niye anlatıyorum?
Nelerle uğraştığımızı anlayasınız diye.

Uzun lafın kısası iyi bir hesaplama ile Cebelitarık Boğazını 4,5 saatte geçip
Atlantik’e çıktık.
Rotamız 222 derece Lanzarote adası
Toplam mesafe 650 mil civarında.
4-5 gün sürecek seyrimiz.

Rüzgar daha iyisi olamaz diyecek kadar güzel.
Cenoa sancak tarafta bumbayla basılı.
Anayelken iskelede.
Kavança halatı bağlı.
Mizena ise sancakta.
Bir yelken bir tarafta diğeri öbür tarafta olunca
Türkiye’de buna AYI BACAĞI seyri deniyor.
Almanca’da ise KELEBEK seyri.
Kültürler arası bakış açısı.

12- 13 knot rüzgarda 5.5 knot süratimiz var.
Daha da çok yolumuz var.

Biraz fazla deniz lisanı oldu.
Sıkılanlar kusura bakmasın.

YUNUS GRİSİ
31.10.2007

Sonunda yunusları gördük bugün.
Bize hep şans getirirler.
Bugün üçüncü günü bitirdik.
İlk gün 151 mil,
İkinci gün 150 mil
Üçüncü gün ise 142 mil yapmışız.
İlk gün rüzgar çok güzel, dalga mutedildi.
Yani keyifli idik.
İkinci gün ise rüzgar düştü.
Yelken ve motor destekli devam ettik.
Üçüncü gün rüzgar sertleşti ve dalga büyüdü.

Atlantik’te iki ayrı dalga sistemi var.
Bir tanesi o andaki rüzgarın oluşturduğu dalga.
Bu bizim denizlerimizde gördüğümüz dalga sistemi.
Yani rüzgar nereden eserse dalga yönü de oradan.

Ama Atlantik o kadar büyük bir su kütlesi ki,
Sayılarla veya görmekle insan bilincinin algılaması imkansız.
İşte bu büyük kütle üzerinde değişik yerlerde fartklı rüzgarlar esiyor.
Bunların oluşturduğu dalgalar çok uzaklara yayılıyor.
Buna swell adı veriliyor
Atlantik hava tahminlerinde swell’in yönü ve yüksekliği ayrıca bildiriliyor.

Eğer dalga ve swell ayrı yönlerden geliyorlarsa okyanus karışıyor.
Darbenin nereden nasıl geleceği pek belli olmuyor.
Yani dün geceki durum.
Buna 35 knot rüzgarı da eklersek,
Neden mail atamadığımız anlaşılmış olur.

Kısmetse yarın öğle saatleri Lanzarote’de olmayı hedefliyoruz.

LANZAROTE LİLASI
02.11.2007

Geldik Lanzarote’ye dün öğleden sonra.
Atlantik çeşitli yüzlerini gösterdi bize.
Çok rüzgar , az rüzgar,
Yüksek swell, mantıklı swell,
Çok yalpa , az yalpa.

Bazen ne işimiz var burada dedik,
Göbeğimizi kaşıya kaşıya
Evde TV karşısında
Biramızı içseydik ne olurdu sanki?

Bazen de çok keyif aldık.
Okyanusun ve gökyüzünün sonsuzluğu
Büyüledi bizi.
Şükrettik.

Bizim geçişte neler yaptığımızı merak ediyorsunuzdur.
Aşağıdaki önerileri deneyip belki hissedebilirsiniz.

  • Çalar saatinizin alarmını sabah 03:00’a kurun. Uyanınca ıslanmazlarınızı giyip, bahçeye koşun. (Yoksa banyo da olur) Hortumla kendinizi ve eşinizi ıslatırken bağırın: “Tatlım, ana yelkene camadan vurmamız lazım! “
  • Kahvaltıda bir fincan nescafe ile bir önceki akşamdan kalanları yiyin.
  • Telsiz istasyonlarını arayarak yaklaşan soğuk cepheyi ve buna karşı almayı düşündüğünüz önlemleri tartışın.
  • Rüzgar şiddetini artırınca dolap kapaklarını açıp kapayın, tabak ve bardakları mutfağa saçın, ve ortalığı önceden neta etmediğiniz için kendi kendinize söylenin.
  • Rüzgar tamamen kalırsa, dikiş makinanızı oturma odanıza getirerek bir kaç saat çalıştırın.
  • Hiçbir zaman elbiselerinizi tam olarak kurutmayın.

Yine de olmazsa bize bekleriz.

BEMBEYAZ
16.11.2007

Çıktık işte.
Diye başlamıştık serüvenimize,
Simsiyahtı ilk mailimiz,
Sonra yavaş yavaş renklenmişti.

Yine çıkıyoruz.
Yarın sabah UTC saat 10’da
Bu sefer Atlantik Okyanusu’na
Bembeyaz .. Boşluk…

Kristof Kolomb geçmişti ilk.
Sene 1492.
Sonra Sadun Boro Abimiz geçti.
Sene 1965
Şimdi sıra bizde.

Karmakarışık duygular,
Heyecan, korku, sevinç, hüzün
Tekmili birden aynı anda
Daha da garip oluyor.

Günlerdir hazırlanıyoruz.
Hazırlıklar iki bölüm:
Felaket senaryoları için olanlar,
Konforlu seyahat için olanlar.

Felaket senaryoları kısmını atlayalım.
Inşallah güzel şeyler olacak.

Konfor’a gelince:
Motor bakımları,
Yelken halat, makara bakımları,
Bütün dolapların sabitlenmesi,
Lİste çok uzun

Vurucu nokta sürenin uzun
Yani yaklaşık 3 hafta olması.
Herşey yıpranıyor, eskiyor.
Bizler, Halatlar, Yelkenler
Aletler , ekipmanlar.

En önemli iki konu:
Planlama ve karar mekanizması

Hiç bir şekilde kimseye ve dışarıdan
Hiç birşeye ihtiyaç duymadan
Yaşamak,
Güvende olmak,
Tekneyi salimen limana ulaştırmak

Siz hiç üç haftalık alışveriş yaptınız mı?
Biz ilk defa yaptık.
Hayatımızda hiç almadığımız şeyleri aldık.

Kısıtlar var.
Okyanus swelleri inip çıkarken,
Teknemizi bir sağa bir sola sallarken
Yemek pişirmek bazen işkence,
Bazen de imkansız

Taze sebze meyva salata
İlk bir hafta.
Lahana biraz daha fazla.
Sonra hazır yemekler.
Konserve az olsun.
Dengeli beslenelim.
Tarihlerine bakalım.

İki kocaman market arabası.
Şubat’da karşı tarafa gelenler
Kalanları bitirirler umarız.

Çok uzattık.
Bu üç haftada internet yok.
Hava ve okyanus izin verdikçe
E-mail’ler olacak.
Biz HF telsizle Bekir’e
Bekir de sizlere.

Bize okyanusda ulaşmasını istediğiniz mesajları
Hem bize hem de Bekir Kara’ya yollayınız.
O da bize HF telsizle ulaştıracak inşallah.
Bekir.Kara@tr.ey.com

Konuşmak isterseniz günün her saati
Iridium uydu telefonumuz açık.
Mutlaka birimiz ayakta.
Uyuklarken uyandırırsanız
Ayrıca seviniriz.
+ 88 16 31 61 18 68

Yarın saat 10’da
Zerrrin Özer bir kere daha söyleyecek.
AYRILMALIYIZ.

Allahaısmarladık dostlar.
Hepinizi çok seviyoruz.

PANK

HALEN BEMBEYAZ
17.11.2007

Vallahi çıktık.
17.11.2007 Saat 10:30 UTC
Yarım saat geciktik.
Artık Karayipler’e de yarım saat geç gideriz.
Ne farkeder değil mi?

Kıçımızda Türk Bayrak motifli balonlar
Zerrin Özer : AYRILMALIYIZ diye haykırırken
Kornalar, ıslıklar, el sallamalar arasında
Puerto Calero limanını terkettik.

Artık hedef karşı kıyı
Yani okyanusu aşıp
Kıt’a değiştireceğiz kısmetse.

Rüzgar kafadan ve çok az, 5- 10 knot.
Niyet Afrika sahiline doğru motor idi.
Lanzarote’den biraz açıldık ve baktık ki,
Rüzgar açısı fena değil; sürati de 10-12 knot.

Açtık bütün yalkenleri, bir trim;
Bizim kızın rahat gidebileceği orsa 40 derece
Raymarine’i koyduk 40 derece rüzgar dümenine
Dalga da az.
Göcek usulü seyirdeyiz.
Ortalama süratimiz 4,5 knot.
Yeter de artar bile.

Ama biliyoruz böyle devam etmeyeceğini
Carpe Diem.
Şu anı değerlendiriyoruz.
Bu üç haftalık kısmetimiz bakalım nasıl?

PEMBE
18.11.2007

Saat 10:00 UTC pozisyonumuz :
27 derece 28 dakika Kuzey
14 derece 52 dakika Batı

İlk 24 saati tamamladık.
Allah’a Şükür her şey yolunda.
Toplam 10 saat motor çalıştırmışız.
120 NM gelmişiz.

Şu anda Ayı bacağı seyrinde
10-12 knot rüzgarda
4 knot sürat yapıyoruz.
Rüzgar daha azalırsa
Motor takviyesi yapacağız.

Çıkmadan önce akşam yemek vardı.
Marina’nın 25. kuruluşu imiş.
Sonlara doğru masaya birisi geldi.
Ben dedi, Rod!
Balık kamışı diye isim mi olurmuş
Şeklinde felsefi düşüncelere dalmışken,
Adam başladı Merhaba ile,
Sadun Boro ile devam etti.
Marmaris , Göcek sohbet sürerken,
Yanımda oturan İngiliz dedi ki:
“Yahu bu adamı senin tanıman lazım.
Bu dedi Rod Heikell”
Nasıl tanımam?
Bütün kıyılarımızı ince ince
Tarayarak, gezerek, inceleyerek,
Hepimize rehber olan Pilot kitaplarını yazan adam.

Karısı Lou ve 46 feet teknesi ile
Onun da rotası Karayip’ler imiş.
İnşallah bir yerlerde tekrar karşılaşırız.
Sohbetlerine doyamadık.

TURUNCU
19.11.2007

Atlantik’te İkinci 24 saat
Saat 10:00 UTC Mevkiimiz:

25 derece 40 dakika Kuzey
15 derece 45 dakika Batı

Günlük seyir 118 mil
18 saat motor çalışmış.

Yani anlayacağınız rüzgar sıfıra yakın.
Şu anda Güney batı, yani kafadan 8-9 knot rüzgarda
3 knot süratle orsa seyri yapıyoruz.

Bugün ve yarın rüzgar kafadan ve az.
Sürüne sürüne yelkenle veya
Mazot planlamasını önemsemeyip motorla.

Çarşamba öğleden sonra inşallah,
Rüzgarlar oturuyor gözüküyor.
Yani ticaret rüzgarları,
Bizi alıp karşı tarafa götürecek olanlar.
Çünkü hala Afrika kıyılarına 50 mil mesafede
Güneye doğru inmeye devam ediyoruz.

Atlantik geçişinde eski denizcilerin yöntemi şu:
Güneye’e doğru inmeye devam et.
Tereyağı kendi kendine erimeye başladığı yerde
“Sağa Dön”

Hava geceleri hala soğuk.
Rutubet var.
Gece nöbetleri mont, battaniye, eldiven v.s. ile
Gündüz ise sweat shirt, sonra t-shirt.
Tereyağı masada ama hala erimedi.

Biraz evvel Erhan aradı.
Ne yapıyorsunuz sorusuna
Nesrin’in cevabı:
Edi Büdü emeklilik hayatı alıştırması
Sen yedin mi,
Ben ne yemedim mi,
Sen yat
Yok Allahaşkına ben yatmıyayım.
İlaçlarını aldın mı?
İhmal ediyorsun!

Falan filan.
Hayat zor.

FÜME
20.11.2007

3. Günü bitirdik.
Günlük mesafe 114 mil
Motorla seyir 18 saat.

20.11.2007 10:00 UTC itibarı ile pozisyonumuz:

24 derece 11 dakika Kuzey
17 derece 06 dakika Batı

Yarın Ticaret rüzgarlarını yakalayacağımızı umuyoruz, kısmetse.

Dün gece nöbette uyukluyorum.
Bir vapur düdüğüyle irkildim.
Hani sis varken Boğaza’da gemilerin çaldığından.

Etrafta hiç bir şey yok.
Ama bu bir sis düdüğü.
Demek ki sis geliyor.
Demeye kalmadan çöktü.

Aynı anda rüzgar kaldı.
Yelkenden motor seyrine geçtik.
Allah’tan radarımız var.
Düdük çalan gemiyi tespit ettik.
Rotamızı düzenledik.

Kör kör radarla gidiyoruz.
Birden etrafımızda yunuslar
25 – 30 kadarlar.
Bizimle oynadılar.
Ama ne numaralar.
Bir saat
Bizi sisten çıkarana kadar
Bize hep şans getirirler zaten.

Sis- Ay ışığı – Yunuslar
Şu kombinasyona bakın.
Muhteşemdi.

Bu arada geçen gün söylemeyi unuttum.
Rod Heikell abi Kiwi imiş.
Yani Yeni Zelanda vatandaşı.
Ama Türkiye benim evim diyor.
Ne enteresan değil mi?

YOSUN YEŞİLİ
21.11.2007

4. günümüz bitti.
24 saat motor hiç susmadı.
Rüzgar hiç yok.

Saat 10:00 UTC pozisyonumuz:

23 derece 04 dakika Kuzey
18 derece 56 dakika Batı

Dün gece yine nöbetteyim,
Yine uyukluyorum.
Yine gece yarısı.
Nesrin’i kaldırıp yatacağım.

Yine irkildim.
Bu sefer ses değil ışık.
Nesrin kalktı herhalde.

Hayır şimşek.
Sancak tarafta bir bulut kümesi
Radarla izlemeye başladım.
24 mil mesafede.
Ama bize doğru gelmiyor.

Hava birden soğudu ve
Keskin bir yosun kokusu.
İskele tarafa döndüm.
Yine kesif bir sis.

Radarda 3 tarafımızda yağmur var.
Aralarından geçmek istiyoruz.
Zigzag manevralar.
Stres var ama,
Herşey yolunda problem yok.

Bu sefer Pank’ı yakamozlar sardı.
Bu kadar parlağını hiç görmemiştim.
Dalgalarla teknenin içi aydınlanıyor.
Yunuslardan sonra sıra onlarda.
Malum onlar da hayvanlar aleminden.

Biraz evvel de yanımızdan bir balina geçti.
Sularını püskürterek.

Doğa harikaları arka arkaya
Tek kelime ile inanılmaz.

DİREK ROTA LACİVERTİ
22.11.2007

5. günü de devirdik.
Dün sadece 7 saat motor çalıştı. Çünkü rüzgarımız geldi.
Evvelki gün 120 mil yapmıştık.
Dün 125 mil yaptık.

Saat 10:00 UTC pozisyonumuz:

22 derece 06 dakika Kuzey
20 derece 56 dakika Batı

Şu anda güzel yelken yapıyoruz.
Ama faturası da çalkantılı okyanus.
Artık direkt rotamıza döndük.
Her şey yolunda.

YALPA SARISI
23.11.2007

6. gün bitti.
Dün sadece 2 saat motor çalıştı.
136 mil yol yapmışız.

Saat 10:00 UTC pozisyonumuz:

21 derece 42 dakika Kuzey
23 derece 21 dakika Batı

Dün gece zordu.
Rüzgar tam pupadan gelmeye başladı.
Ayı Bacağı seyrine geçtik, ve yalpa başladı.

Manevra sırasında Nesrin parmağını vince sıkıştırdı.
Allah yardım etti. Sadece ezik.
Biraz soğuk tedavisi ve geçti.
Bir şey yok.
Her şey yolunda.

CAMBUL CUMBUL YEŞİLİ
24.11.2007

Bugün tam 1 hafta oldu yola çıkalı.
Dünkü seyrimiz 144 mil.
2 saat motor 1 saat jeneratör çalıştı.
Sebep elektrik üretmek.

Yoksa rüzgar 15-25 knot arası iğnecikten.
Hedefe doğru koşuyoruz.
Yolun dörtte birinden fazlasını tamamlamış gözüküyoruz kısmetse.
İçimiz coşuyor.
Bu arada midemiz de coşuyor sallanmaktan.

Saat 10:00 UTC itibarı ile

21 derece 07 dakika Kuzey
25 derece 52 dakika Batı

koordinatlarındayız.

SALINCAK MAVİSİ

26.11.2007

Bugün 9.gün bitti, 10. gündeyiz.

Dün yazamadık,

Salıncağımızın balansı bozuldu.

Ayar tutmuyor.

Nereye sallanacağını bilemiyor.

Okyanus’ta iki gündür dalgalar büyük ve karışık.

Teknenin içinde hayat zorlaştı.

35-40 dereceye kadar varan yalpada

Her şey zor.

Yemek yapmak şöyle dursun,

Birşeyler yemek bile marifet.

Tuvalete gitmek, uyumak,

En basit işlere bile cesaret etmek gerek.

Burası  Atlantik.

Yemek bu.

Yesen de yemesen de.

Ufak tefek aksilikler de cabası,

Tatlı su kaçağı,

Rüzgar gülü arızası,

Gaz hortumu zedelenmesi gibi,

Arızalara müdahale etmek bile imkansız gibi.

Şükür Allah’a sağlığımız yerinde.

Insan her türlü şarta alışıyor.

Bak alışmaya başlamışım ki

e-mail atıyorum.

Mühim olan gitmekte olduğumuz.

Evvelki gün 150 mil, bugün 138 mil.

Toplam geldiğimiz 1180 mil, kalan 1750 mil.

Çıktık çıkyoruz derken yolun yaklaşık % 40’ını almışız.

Bugün 12:00 UTC’deki pozisyonumuz:

20 derece 29 dakika Kuzey

31 derece 14 dakika Batı

GRİ-MAVİ
27.11.2007

Bugün kendimize geldik biraz.
10.gün bitti, 11. gündeyiz.

Gece yine paldır küldür,
Sabah yağmur bulutları altında sağnaklar,

Öğleden sonra ise güneş ve
Daha sakin bir okyanus.
Biraz da yelken trimi
Ohhhhhh dedik.

Önce duş sonra,
Eskişehir usulu tarhana çorbası.
Üstüne köpüklü bir Türk Kahvesi
Yani Atlantik dünden daha cazip.

Yasemin yeğenimin yaş günü bugün,
Deryalarca Mutluluklar ona
Atlantik’in göbeğinden,

Dün katettiğimiz mesafe 142 mil.

Saat 12:00 UTC itibarı ile koordinatlarımız:

19 derece 51 dakika Kuzey
33 derece 41 dakika Batı

Meraklı olanlar:

Google Earth’de Atlantik üzerinde
Mouse ile dolaşıp koordinatlarımızı yakalayıp,
Yerimizi bulabilirler.

Yarışma Başladı.

UÇAN BALIK ŞEFFAFI
28.11.2007

Bugün saat 12:30 UTC civarında yarı yolu aştık.
Yani artık aşağı doğru ineceğiz.
Artık kalan milleri hesaplamaya başlayacağız.
Topu topu 1470 mil kaldı diyeceğiz.

Akşama yarı yol kutlama yemeğimiz var.
Nesrin domatesli pilav ve kekikli kavurma hazırlıyor.
Kekikler Datça’dan taze mahsul.

11. günde 145 mil yol yapmışız.
Dalgalar orta karar.
12:00 UTC pozisyonumuz:

19 derece 16 dakika Kuzey
36 derece 10 dakika Batı

Bugün sabah Iridium telefon çaldı.
Cengiz Reis’in kardeşi Salim Özgül:
36 metre bir teknede Atlantik’i geçeceklermiş.
Arkanızdan geliyoruz diyor.
Selametle dedik birbirimize.

Uçan Balıklar Atlantik’in şirin yaratıkları
Sudan çıktıktan sonra 400 – 500 metre uçuyorlar.
Sonra bir dalgaya saplanıyorlar.
Geceleri ise pat diye bir sesle güverteye düşüyorlar.
Kör uçuşu böyle, ne yapsınlar?
Sabahları 2- 3 adet güverteden topluyoruz.
Resmi ekli , isteyenlere yollarız.

BULUT GRİSİ
29.11.2007

Bugün 13. günün içindeyiz.
13 benim uğurlu sayım.
Pek çok önemli şey ayın 13’lerindeydi.
Tabii başta sevgili Pınar’ımızın doğum günü.
Bakalım bu gün Atlantik bize ne güzellikler gösterecek.

Alpaslan ile konuştuk.
Rüzgarsız bir döneme ve bölgeye giriyormuşuz.
Demek ki yarıyolu geçmiş olmayabiliriz.
Sıkıcı ama ne yapalım?

Geri dönmek yok.
Tekneyi sağa çekip, ben oynamıyorum demek yok.
Çıkıldı mı yola varılacak bir noktaya.

Her tarafımız yağmur bulutları ile çevrili.
Gri renkliler ve güneşi saklıyorlar.

Dünkü performansımız zayıf
131 mil.

Saat 12:00 UTC pozisyonumuz:

18 derece 51 dakika Kuzey
38 derece 26 dakika Batı

Okyanus’ta yerel saatleri belirleyen ülkeler yok.
Yerel saati belirleme sistemi şöyle çalışıyor:

360 derece Boylam 24 saatte 1 tur attığına göre:
360 bölü 24 eşittir = 15 derece
Yani batıya doğru her 15 derece katettiğimizde:
Saatlerimizi 1 saat geri alıyoruz.
Şu anda UTC – 2 saat dilimindeyiz.

KIRMIZI
30.11.2007

14. günün içindeyiz.
Neredeyse 2 hafta olacak.
Geriye bakınca sanki o kadar olmamış gibi.
İleriye bakınca ise 8-9 gün daha çok uzun gibi.
Kısmet bakalım göreceğiz.

Dün durağan bir gündü.
DVD seyredelim dedik.
Nesrin bir aksiyon filmi seçti.
Durağanlığa alternatif.
“60 Saniye” Soygun, araba, action.

Başladık,
5 dakika sonra içimde bir huzursuzluk.
Pause düğmesi.
Nesrin’e baktım. O da tedirgin.
Anlam veremedik.
Devam ettik.
5 Dakika daha.
Yine aynı durum.
Bir gariplik var.
Kaldırdık DVD’yi.

Birbirimize baktık.
Sonra anladık ne olduğunu.

Okyanus itiraz ediyordu.
Diyordu ki:
“Siz kendi yarattığınız sanal dünyanızdaki
Gariplikleri, gerginlikleri, ihtirasları, kavgaları
Buraya sokamazsınız.
Burada benim kanunlarım var.
Doğa kanunları var.
Tehlike tabii ki var ama ağırlıkla
Kendi cinsinizden değil.
Bırakın kendinizi Doğa’nın ritmine, ahengine
Okyanus’u yaşayın doya doya.
Nasıl olsa geri döneceksiniz sanal dünyanıza.”

Çok haklıydı.

12:00 UTC itibarı ile pozisyonumuz:

18 derece 15 dakika Kuzey
40 derece 41 dakika Batı

LACİVERT
01.12.2007

Aralık ayının ilk günü
Atlantik’teki yaşantımızın 15. günü.
Tam iki hafta bitti.
Şaka gibi.

Bugün yine Selçuk aradı.
Hergün düzenli konuştuk onunla.
Heyecanımızın her anını birlikte yaşıyor.
Yine güzel sorular sordu.
“Bitmesini istiyor musun?” dedi.
Bir an düşündüm.
“Evet.” dedim “İstiyorum.”

Oysa ki Okyanus’a çok alıştık.
Onun koynunda huzur içinde
Yolda olmak.
Ayrı bir dünya burası.

Hızlı yaşama alışkanlığından
Sıyrılabilme sancıları belki
Bana bitsin dedirten.

Ama ; bittikten sonra
Keşke bitmeseydi diyeceğimize
Öyle eminiz ki!

Gece 03:00 telsizden bir çağrı duyuldu.
Cevap verdim.
15 mil arkamızda 31 metre boyunda bir yelkenli
Radarda görmüş, sohbet ararmış.
Tenerife’den çıkıp Barbados’a giderlermiş.
Barbados’ta gidecekleri marina
Bizim 2002’de MAT ile gittiğimiz marina.
Yüzme havuzunun içindeki barda
Suyun içinde oturup Rum Punch içerken
PANK’ı hatırlamalarını söyledim.
Pek hoşlarına gitti.

12:00 UTC itibarı ile pozisyonumuz

17 derece 44 dakika Kuzey
42 derece 49 dakika Batı

GÜN BATIMI BORDOSU
02.12.2007

15.günün sonunda 1000 milin altına indik.
965 milimiz var Antigua’ya.
Bu ne güzel duygu; hedefe adım adım yaklaşmak.

Okyanus bize sabrı öğretiyor.
Halbuki ben kendimi sabırlı bilirdim.

Rüzgarsız günlerdeyiz.
Mazot planlaması bakımından
Makina’yı yerinde kullanmak gerek.
Süratimiz 3 knot’lara düşünce
Yelkenleri değiştirip
Makinayı çalıştıralım dedim dün iki kere.

Birincisinde biraz daha sabır dedim kendi kendime.
Tam 15 dakika sonra rüzgar çoğaldı.
Hiç bir değişiklik yapmadan süratimiz 5,5 – 6’ya çıktı.

İkincisinde gecenin 03:00’ü idi.
Artık sabrımın sonuna gelmiştim.
Nesrin’i uyandırdım.
Can yeleklerini giydik.
Manevra’ya başlayacağız.
Zırr!! telefon, Cüneyt.
20 – 25 dakika konuştuk.
Bir güzel rüzgar.
Sürat 6,5 knot.

Okyanus’un “Ham”ları “Pişirme” operasyonu olsa gerek.

Artık Antigua, St Vincent, Karayip
Kitaplarımızı okumaya başladık.
Kim ne zaman nereye gelmek istiyor?
Söyleyin Artık!

Saat 14:00 UTC itibarı ile pozisyonumuz:

17 derece 44 dakika Kuzey
44 derece 54 dakika Batı

FISTIK YEŞİLİ
03.12.2007

17. Günün içindeyiz.

Okyanus’ta her gün sabah söylediğim bir söz var:
Bir gün daha bitti; ve biz dünü geri getiremeyiz!
Sıkılmanın ifadesi mi?
Güzel yaşanan bir günün sevinci mi?
Bilemedim.

Dünden beri rüzgarsız, motorla gidiyoruz.
Okyanus swelleri de azaldı ve küçüldü.
Ufka bakınca meğerse görüş mesafemiz
Önceleri bir kaç swell uzaklığında imiş.
Swellerin yüksekliğinden ufku göremezmişiz.
Ufkun dünkü derinliğini görünce bunu anladık.

Dün ufuk çizgisi çok ilerde, sonsuzda idi.
Hatta Dünya’nın yuvarlak olduğu dahi sezinleniyordu.
Uçsuz bucaksızlık, ve sonsuzluk hissi;
Çok etkilendik.

Dün gece ise squal’lar ile beraberdik.
Atlantik’in sürpriz bulutları.
Koyu renkde korkutucular.
Ufukta beliriyorlar, yaklaşıyorlar,
Üstünüze tükürüyorlar.
Aynı anda rüzgar 30 knot’lara çıkıyor ve yön değiştiriyor.
Hepsi yarım saat.
Sonra eski hamam eski Okyanus.

Bugün sabah küçük bir heyecan yaşadık.
Yalpayı azaltsın diye mizena yelkeni basılı idi.
Sancak, iskele yalpa sebebiyle darbe yapmaya başladı.
İndireyim diye gittiğimde ne göreyim?
Mizena bumbasının direkle bağlantısı yok.
Kopilya düşmüş veya kırılmış, pim yuvasından çıkmış,
Bumba boşta, tente taşıyor ve vuruyor.

Hemen müdahele,
Yelkeni indir, Bumbayı mandarla askıya al.
Kopilya bul, Pimi monte et,
Kopilyayı geçir, kıvır , rahatla.

İyi ekiptik doğrusu.

Saat 14:00 UTC pozisyonumuz:

17 derece 43 dakika Kuzey
47 derece 02 dakika Batı

MENEKŞE
04.12.2007

18. güne geldik.

Rüzgarsızlık aynen devam.
Motora kuvvet ama çok düşük devirle seyrediyoruz.
Makinamız max 2400 devir, normal cruising devrimiz 1800
Cruising devirde 9 litre mazot yakan makina
1200 devir ile kullanınca harcamasını 3,5 – 4 litre civarına düşürüyor.
Sürat ise 7.5 knot’dan 5.5 knot’a düşüyor.
Dolayısı ile kaba bir hesapla mil başına harcanan mazot neredeyse yarıya iniyor.
Teknenin bir depo mazotla alacağı yol yaklaşık iki katına çıkıyor.

Lüzumsuz bilgi, Bana ne ? diyenler kusura bakmasın lütfen.

Sonuçta bizim, enerji ve su ihtiyacı için rezervlerimiz ayrıldıktan sonra
İki gün daha yol yapabileciğimiz mazotumuz var.
Hava tahminleri zaten rüzgarın o kadar beklemeden geleceğini söylüyorlar.
Bu arada irtibatta olduğumuz teknelerden 3-5 tanesi mazot yetersizliğinden
Durup rüzgar beklemeye başladılar bile.

Aynı zamanda iki gündür, akıntı da lehimize değildi.
Yarım mil civarında ters akıntı ile gidiyorduk ki, bugün lehimize döndü.

Dün gece ARC teknelerinden biri bizi yakaladı ve geçti.
MATELOT. 27 metre. İçinde 7 kişi.
Kısa bir telsiz sohbetimiz oldu.
250 civarında tekne bizden 1 hafta sonra yola çıktılar.
Bazı büyük tekneler bizi çoktan yakaladılar bile.

Bir düşünürseniz buraları bayağı kalabalık.
30 civarında biz varız. 250 ARC, Başka gruplar da var.
Yani 400 civarında tekne şu anda Atlantik geçiyor.

Yatırımcı müteşebbis ruhum diyor ki:
Acaba Atlantik’te yol üstüne bir yüzer marina yapsak,
İçine bir mazot pompası, su yapıcı, jeneratör, duş, tuvalet koysak.
Nasıl olur?
Var mı aranızda para kazanmak isteyen?

Saat 14:00 UTC pozisyonumuz:

17 derece 32 dakika Kuzey
49 derece 14 dakika Batı

MAVİ
05.12.2007

19. günü yaşıyoruz.

Her yer mavi.
Rüzgar yok.
Makinayı da stop ettik.
Çünkü 24 saatlik mazotumuz kaldı.
Bekliyoruz.

Ve Çok
S I K I L I Y O R U Z Z Z Z Z Z Z Z !!!!

Pozisyonumuz:

Atlantik’te bir yer.
Ne fark eder.

PANK

HER YER MAVİ
06.12.2007

20. güne geldik.

Dün akşam üstü, rüzgarımız geldi.
Motor stop, yelkenler fora.
Keyfimiz de eski yerine.

Cüneyt söylemişti;
Son iki gün zorludur diye.
Biz daha erken başladık herhalde.

Saat 14:00 UTC itibarı ile pozisyonumuz:

17 derece 07 dakika Kuzey
53 derece 34 dakika Batı

470 mil yolumuz kaldı.
2480 mil geldiğimiz düşünülürse bir şey değil.
Ama o son anlar işte.
Zor geçecekler herhalde.

Şu anda rüzgar açısı da çok uygun.
Bize full arma geniş apaz seyir imkanı veriyor.

Okyanusun PANK’ı avucunun içine alıp,
Karşı kıyıya doğru götürmesi
Çok keyifli bir duygu.

MAVİLERLE GRİLER
07.12.2007

Mavilerle griler
Elele verdiler,
Galiba bizi geçirirler.

Oysaki ne güzel alışmıştık.
Sanki 1000 yıldır
Denizdeymişiz gibiydi.
Bitiyor mu ne?

Dün gemi bile gördük.
Demek ki yakınlaştık artık.

21. gün saat 14:00 UTC itibarı ile pozisyonumuz.

17 derece 19 dakika Kuzey,
56 derece 04 dakika Batı

330 milimiz kaldı.

KEBAP KIRMIZISI
08.12.2007

22. gün içindeyiz.

Kebap yedik bugün.
Ne kebabı olabilir?
Tabii ki Atlantik Kebabı.

Tarif isteyenlere Nesrin Usta anlatıyor:

Fas pidesi (Pita Ekmeği)
Kebapçı usülü küçük doğranır.

Corned Beef alınır. (Konserve dana kıyması benzeri)
Tereyağında, salça, yeşil birber, sarımsak, soğanla
Bir güzel pişirilir.

Pita’nın üzerine konularak servis yapılır.
İsteyenlere tereyağ ve salça sosu ilave edilir.

Afiyet olsun.

Filmin artık sonuna geliyoruz.
177 milimiz kaldı.
Biz bu filmi görmüştük diyorduk,
Ama öyle değilmiş.

Çift olarak, iki kişilik ekip olarak,
Sorumlulukları, kararları, sonuçları ile
Farklı idi bu geçişimiz.

Detaylar daha sonra.
Biraz merak edin bakalım.

Saat 14:00 UTC pozisyonumuz:

17 derece 08 dakika Kuzey
58 derece 55 dakika Batı

ALAİM-İ SEMA
09.12.2007

23. Gün

Vardık ve devrildik.
Sadece yorgunluktan.

Hırpalandık, son beş altı saat
Önce otopilot arızası.
Orhan Kardeş ile konuşurken
Bir çığlık “Kara göründüüüüü”.
“Land Ahoy” denizci terimi ile.
O ne coşkuydu.
Tarifi zor.

Düzeldi Otopilot kendi kendine ve
Sonra hava başladı.
Squal üstüne squal,
Yağmur; 45 knotlara varan rüzgar.
Anlamadık neye uğradığımızı.
Antigua hoş geldiniz mi diyordu?
Yoksa Atlantik güle güle mi diyordu?

Pata küte,
Üstümüzden sular geçe geçe
Geldik.
İnanması zor ama bitti.

Teşekkürler hepinize
Desteğiniz için
Varlığınız için.

Özel teşekkür Bekir dostuma,
Sizlerle bizleri
Kesintisiz aksaksız
Buluşturduğu için.

NEWTON BEYAZI
10.12.2007

Bir savaştı yaptığımız.

Yanlış anlaşılmamalı.
Ne doğayla,
Ne Okyanus’la
Ne hava ile
Ne dalgalarla,
Ne zamanla,
Ne tekne ile,
Ne elektroniklerle,
Ne birbirimizle,

Bir iç savaştı,
Nesrin ile birlikte yaptığımız,
Ama her ikimizin ayrı ayrı.
İçsel savaşlarımızdı.

Galip var mı?
Taraf yok ki galip olsun.
Ben benle savaşırsam
Galip de ben mağlup da ben

Korkmadık mı?
Hem de çok:

Garip ama en fazla Apandisit iltihaplanmasından.
Yani acil ameliyat gerektiren bir hastalıktan.
Yüzen bir konteynere çarpmaktan,
Yangından,
Yıldırım düşmesinden,
Capsize olmaktan,
Direk kırılmasından,
Gece yüzeyde uyuyan balinaya çarpmaktan
Yaralanmalardan,
Kırık ve çıkıklardan
Denize düşmekten
Partnerin hayati sorumluluğundan,
Müdahale edilemeyen önemli arızalardan
(Otopilot, makina, elektronikler)
Squal’lardan
Az da olsa Hurricane ihtimalinden
Gece hiç birşey görmeden giderken bu senaryoları düşünmekten.

Mutlu olmadık mi?
Hem de çok:

Üç gün çılgın gibi sallandıktan sonra buna alışmaktan,
Güneşin denizden doğup, denize batmasından,
Balinalar, Okyanus kuşları, Yunuslar, Uçan balıklarla beraber olmaktan,
Squal’lardan sonraki Gökkuşaklarından,
Vücut ritminin yavaşlamasından,
İç hesaplaşmalarla Ruhumuzun yıkanmasından,
Süratle kalan milleri azaltmaktan,
İnanılmaz doğaya defalarca hayran olmaktan,
Şükür etmekten,
Üç haftadan sonra „Land Ahoy“ diye haykırmaktan
Ve sonunda „ Biz Yaptık ! „ demekten.

Evet bitirdik.
2965 deniz mili.
Zig-zaglarla 3000 milden fazla.
Toplam 535 saat
Yani 22 gün ve 7 saat.

Şimdi Karayip Adalarındayız.
Orta Amerika.
Bir süre buralarda dinlenip gezeceğiz.
Sizleri sıklıkla ağırlayacağız.
Ara sıra Türkiye’ye geleceğiz.

Tekrar yollara düşünce ise
E-maillerimize devam edeceğiz.

Duygularımıza kulak veren,
Duygularını bizlerle paylaşan,
E-maillerle, telefonlarla bizlere enerji pompalayan,
Dibe vurduğumuz anlarımızı yakalayıp, yükselmemize yardımcı olan,
Bunların dışında sadece yüreği ile destekleyen,
Hepinize çok teşekkür borçluyuz.

Bunu biz yaptık.
Bu bizim geçişimizdi.
Farklıydı diğerlerinden.
Ama en önemli fark sizlerdiniz.
Sizlerin varlığı idi.

Hepinizi çok seviyoruz.

Nesrin – Kemal

YAĞMUR ORMANI YEŞİLİ
10.02.2008

Arayı fazlaca uzattık.
Farkındayız.
Sebepler sayabiliriz.
Ne önemi var?

Hatırı sayılır tenkitler aldık.
Savunduk kendimizi.
Ama tekrar sahalara dönüp
Eskisi kadar sık olmamakla beraber
Arada sırada yazmaya karar verdik.

Karayip adaları farklı özellikler arzediyorlar.
Bazılarının denizi daha güzel.
Bir kısmı göreceli olarak daha zengin
Turizm pek çoğunda ilk sırada
Doğalarında ortak olan yeşil.
Pek çoğunda Yağmur ormanları var.

Kristof Kolomb bu adaları
Sırasıyla keşfettikten sonra
İspanyollar, Portekizler, daha sonra da
İngilizler Fransızlar ve Amerikalılar
Egemenlikler kurmuşlar.
Adalar bu ülkeler tarafından
Sık sık işgal edilmişler.

Bir kaçının dışında çoğu
Son 20 – 30 yıl içinde
Bağımsızlıklarını almışlar.
Artık hepsi birer küçük ülke.
Bayrakları ayrı, yönetimleri ayrı.
Ama Fransız ve İngiliz etkisi
Açıkça hissediliyor.

Atlantik geçişinden sonra Antigua’da
Bastık ayağımızı karaya.
Burası İngiliz egemenliğinde uzun seneler geçirmiş.
İngilizler kendilerini evlerinde hissediyorlar.

Diğer adalar yolda.

TURUNCU
13.02.2008

Pank; Antigua’da İngiltere etkisindeki
Küçük Karayip ülkelerinin ilki ile tanıştı.
Pek çoğu sadece bir adadan oluşan minik devletler.
İngiltere hükümetinin bir temsilcisi var.
Ne yaptığı meçhul.
Yerel hükümetle iyi geçiniyor.
O kadar.
İngiliz abi kendilerine göz kulak oluyor.

Çoğunluğu Doğu Karayip Doları adını verdikleri
Ortak bir para birimi kullanıyorlar.
Üzerinde Kraliçe Elizabeth’in resmi var.
Amerikan Dolarına bağlamışlar.
Kur hemen hemen hiç değişmiyor. 1 US = 2,5 EC

Güney’e doğru inmeye başladık.
Guadalope, Dominic, Martinique’i hızlı geçtik.
St. Lucia’ya geldik.
Pınar ve arkadaşları ile buluştuk.

St Lucia’ya 6 sene önce gelmiştik.
Çok gelişmiş ve değişmiş bulduk.
Cruise Ship sayısı arttıkça
Turizme bağlı bozulma başlamış.

Hala yeşil, hala turkuaz, hala güzel
Denizden gezdik, karadan gezdik,
Helikopterle havadan gezdik.
Karayiplerin simgesi ikiz dağlar
Küçük ve Büyük Piton nefesimizi kesti.
Güneşin batışı gözlerimizi kamaştırdı.

Adaların Doğu kıyıları Atlantik swellerine açık.
Batı kıyılar ise korumalı.
Bu sebeple de yerleşim çoğunlukla batıda..

KIRMIZI
15.02.2008

Yılbaşını Bequia adasında geçirdik.
Admiralty Koyunda.
Kocaman bir Sokak Partisi
Kulakları sağır edercesine bir müzik.

Herkes ellerinde içkileri ile
Çılgınca dans ediyor.
Buradaki insanların ruhunda ritm ve dans var.
Afrika kökenli olmaları ile ilgili herhalde.

Seyyar satıcılarda yiyecekler,
Meşrubat ve buz gibi biralar.
Herkes eğleniyor.
Kimse kimseyi rahatsız etmiyor.

Tam 12:00’de hava-i fişek gösterisi
20 dakika sürdü.
İnanılmaz uzun bir süre.
Çok etkileyici idi.

BAHARAT SARISI
20.02.2008

Tobago Cays;
Tam resimlerdeki Karayip’ler gibi.
Rengarenk mercanların çevirdiği
Mavi, yeşil ve turkuazın birbirine karıştığı
Cennet’ten bir köşe.

Digitürk Akvaryumundaki balıklar ve
Kocaman kaplumbağalarla yüzdük.
Marine Park Devriyesine ikramlarda bulunduk.
Çok sevdiler, bir daha dediler.
Sonra da Union adasında
Bizi tanıyıp , Heeeyy! Pank!!! diye bağırdılar.

Sonraki Adamız: Grenada
Yani Spice Island
Yani Baharat adası
Ama 2004’de IVAN Kasırgası vurana kadar.
Bütün evlerin çatıları uçmuş,
Baharat ağaçları,( özellikle Nutmeg ) yıkılmış,
60’dan fazla insan ölmüş.

Gece Secret Harbour koyunda
Bir marinaya bağlandık.
Sabah Marina Ofisteki kıza anlatırken:
“Ha!! Şu uçtaki küçük tekne mi?” dedi.
Fena bozuldum.
Meğerse Marina Mega Yatlar için yapılmışmış.
Sonra sordu: “Nerelisiniz?”
Türk’üz deyince başladı kahkaha atmaya.
Hayatında ilk defa Türk görmüşmüş.

PETROL YEŞİLİ
03.03.2008

Yer Trinidad,
Ali , Jülide ve Haluk’la
Karış karış dolaştığımız ada.

Dünyanın en büyük doğal zift gölünün bulunduğu ada.
Mazotun litresinin 25 cent yani 30 kuruşa alındığı ada.
Köpek balıklı sandviçin ulusal yemek olduğu ada.
Dünyanın Rio’dan sonra ikinci büyük karnavalına sahne olan ada.

Trinidad’tan ayrıldığımız gece ay tutulması vardı.
Yemyeşil ağaçlarla çevrili koyda
Demirli bir kaç tekneyle beraber
Kuşlar, maymunlar ve balıklar eşliğinde
Güvertede yatarak,
Her anını takip ettik.
Sihirli bir ortamdaydık

İGUANA YEŞİLİ
15.03.2008

Okyanus’a karşı gidilemediği için
PANK’la değil ama
Minik bir uçakla gittik Tobago’ya,
Trinidad’ın sayfiye adasına.

Ekmek meyvasını,
Ölümsüzlük ağacını tanıdık.
Yaşam ve doğa uyumunu hissettik.

Ayşe ile Sermet geldiler bize.
Dostlarımızın rüzgarını getirdiler.
Her sabah memleket çayı demlediler.
Yetmedi akşamüstü de tekrarladılar.
Karadeniz stiliydi sanki.

Çok özel anlarımızı paylaştık.
Sermet’i ilk gün ekvator güneşi ile yaktık.
Iguana’ları kovaladık.
Deniz kaplumbağalarını kolladık.

CONCH SEDEFİ
24.03.2008

St Vincent’i gezdik,
Aslı ve Orhan’la beraber.
Tam da başbakanları Türkiye’de iken
Hani ilişkilerimizi pekiştirelim anlamında.

Botanik Bahçesinde ise
Türkiye’de çok paraya aldığımız çiçekleri
Doğal ortamında gördük.
Su altında tropik balıklara,
Deniz kaplumbağalarına dokunduk.

Mustique adasında ünlülerin evlerine,
Volkanik kumun üzerinde
Tuhaf yaratıklara şahit olduk.

Wallilabou Koyunda,
Karayip Korsanları film setine gittik.
Terkedilmişti ve tuhaf bir histi.

KARA
13.04.2008

Pank’ta oturuyorum.
Yalnızım.
Nesrin, otel’de eşyaları topluyor.
Yine karardı içim.
İlk günkü gibi.

Ama bu başka.
Yarın Pank’ı ilk defa
Bu kadar uzun süre
Yalnız bırakıyoruz.
7-8 ay sürecek gibi.

Aslında kızımızı
Elimizden geldiğince
Hazırlamaya çalıştık.
100 kalemi geçen bir listeyle
Onun gönlünü almaya uğraştık.
20 güne yaklaştı.
Epeyce de yorulduk.
Üstünü de plastik bir kafes ve
Polietilen branda ile örttük.

Ama güzel kızımız
Ne bu kadar uzun süre karada
Ne de bu kadar uzun süre
Bizden ayrı kalmıştı.

Çok kızmış mıdır acaba bize?
Oysa bizi kucaklayıp ta buralara
6000 deniz mili uzaklara getirmemiş miydi?
Beraberce sıkıntılı, sevinçli
Ama hep mutlu günlerimiz olmamış mıydı?
17 yıllık hayalimizi gerçekleştirmemizi
Sağlayan o değil miydi?

Neden bırakıyoruz onu?
O kadar da bütünleşmiştik ki!
Birbirimizin huylarını anlamış,
Ahenk içinde yaşamaya alışmıştık.
Fakat hurricane sezonunda
O da burada güvende olacak inşallah.

Inşallah döndüğümüzde kendimizi affettirir,
Yine birlikte:
Renkleri yakalamaya,
Renkleri yaşamaya,
Hayatın iliğini emmeye devam ederiz.

PANK

KORSAN RAPOR’lar

KORSAN RAPOR

AYRILIŞ

Merhaba,

Bir 30 Temmuz İstanbul akşamından “merhaba”. Kırmızı battı güneş, kıpkırmızı gökyüzü. Kemal’le yanyanayız, Yeşilköy’e kadar hiç konuşmadık. Hani yeni deyimle sus geldi sanki…Majörler tükendi minörlere yolculuk….

Filmi geriye sarıyorum, Haluk ve Arda son gördüklerimiz; Kemal arabanın anahtarını unutmuş, Haluk botuyla almaya geldi (Allah her denizciye Haluk gibi bir dost versin). İçim titriyor. O’nun (Onlar’ın) dostluğuna yeterince teşekkür edebildim mi acaba? Sağol dostum çok sağol, hayat da sana (size) her zaman her arzunda cömert davransın, Senin dostlarına davrandığından daha cömert. Ve daima her bir yanın sevenlerinle çepeçevre olsun.

Bir önceki kare istihap haddini aşan Haluk’un botu. Kimler yok ki o botta: Ali, Haluk, Jülide, Savaş, Yasemin, Selma, Tijen, Cem, Cüneyt, Can, Arda, Sermet, Tansu, Mina, Ercan, Kerem, Görkem; eksiğim olursa affola… Hepinizi çok seviyorum, deliler! Pardon deli? Siz mi yoksa biz mi?…

Bir kare önce Tekne finger’dan çıkarken el sallayanlar… Canım annem, babam, halam, Refika Abla (Umre arkadaşım), Erhan (Kayın ve de maun biraderim), Kerim, Sevda (en eski arkadaşım), Yavuz, Yıldız, Gemici Kemal, Hüseyin’ciğim canla başla fotoğraf çekiyor. Banu’m her zamanki zerafetiyle boynu bükük ama vakur el sallıyor. Jülide’m gözleri yaşlı ama sataşmayı ihmal etmiyor . Kemal arkaya çarpma, usturmaçaları toplayın v.s. Ayşe, Water Joke’ta şaşkın bakıyor. Sanki haberi yokmuş ta yeni öğrenmiş seyahatimizi yüz ifadesi var. Sermet’im keyifli, hani eski bakkallarda bir fotoğraf vardır “Veresiye Satan, Peşin Satan” Sermet tabi ki peşin satan amca ifadesini almış. Sacide, Burhan Abi ne hoşsunuz. Boynu bükük ama kabullenmiş bir halde sallıyorsunuz elinizi. Ne yapalım, kaderde bu günleri de görmek varmış… Ve de Canım Kardeşim GeBe Seda’cığım. Nasıl da güzel paylaştın tüm heyecanımızı ve paylaşanları da bize belgeledin . Çok teşekkürler sana… Selma keşke yanında olup gözyaşlarını silebilsem ama ben de ağlıyorum. Ercan her anımızı filme almakla meşgul. Ne zaman seyrederiz kimbilir?

Şimdi de çıkış anımız; Haluk ve kardeşim Cücü’nün ellerinde birer balta, koşuyorlar baltalarıyla bizim halatlara. Can’cığım almış eline kocaman bir bıçak, Görkem ve Kerem’in tuttuğu halatlarımızı kesip bizi, karadan ayıracak.

Arada birileri el salla foto falan diyor, robot gibi el sallıyorum ama gözlerim sevdiklerimde. Ben de onları resim kareleri içine hapsetmeye çalışıyorum. Beynime nakşetmek için… Son demde ayrılış anımıza katılan diğer kardeşlerimiz Cem ve Tijen geliyorlar koşturarak. Kerem’im önceden koşturmuş şaşkınlık içinde; Göğüs “annem” diye sarılıyor, boğazımda bir yumruk yutkunuyorum. Ne mutlu, ne güzel dostlarım yavrularım var benim.

Red Fish’de yemekteyiz. Kerim bile gelmiş o kadar yoğunluk arasında; bakınca bile içimi neşe kaplıyor. Seni tanıdığım için çok mutluyum. Bir telaş Sermet’im girdi içeriye; işten geliyor besbelli. Canım; mürekkebi üstünde tazecik bir kitapçık getirmiş. Tansu dokundu omzuma ”Gitmeyin, bizi bırakmayın.“ diyor; hay allah tam da kendimi toparlamıştım. Mina sarılıyor boynuma kocaman öpücükle. “Minik prensesim” daha çok beraber oluruz inşallah… Hem senin merak ettiğin soruların cevaplarını verebilmek için bu seyahati yapmamız lazım. Seduş sırtımda, dokunuyor içim ürperiyor; saçmalama diyorum asıl sen ayrılıyorsun. Heyhat kelimeler yetmez. Gözler anlaşır. Bir yandan Selçuk’un deklerasyonunu Kemal kayıt ediyor. SELÇUK artık kaçamazsın. Hesap diyoruz zarif bir adisyon geliyor Red Fish Haluk Bey’den;

Cinsi

Adet

Fiyat

HAYIRLI SEYİRLER

10

1000

BOL GÜNEŞ

10

1000

İYİ HAVA

10

1000

TATLI RÜZGAR

10

1000

YETERLİ PARA

10

1000

İYİ DOSTLAR

 

Hepsi Burada

   

==========

TOPLAM

 

      1 000 000 NM

 

E, Haluk Kutay gene yaptın yapacağını . Sana, Ali’ye gönderme yaparak “Thank you beaucoup” diyorum.

Can dostlar, kardeşlerimiz Selmuş’um , Selçuk, İTİM Can, buçukuncu Mergen Görkem teknedeler. Sevda’m gelmiş memleketten özel lezzetlerle; O’da fotoğraf telaşında. Canım annem yiyecek işleri O’ndan sorulur. Yine neler yapmış; kuru köfteler, dolmalar, közlenmiş patlıcan biberler, kavrulmuş kıymalar. Ellerinize sağlık.. Teknenin içinde bir boyunluk, acil durum ilaçları; Ayşeeeeeeee sağol. O da ne; bir torba dergi kitap; Jülid sana da “Thank you beaucoup”. Erhan’cık en güzel hediye halamı getirmiş. Halamsa tatlı mamalar nam nam … Gemici Kemal ne güzel bir fener vermiş, senin de günlerin daima aydınlık olsun… Kardeşlerim arıyor telefonların öbür ucunda, gülegüle gidin, sağlıcakla kalın, rüzgarınız kolayınıza gelsin diyor Nermin’im, Ümit’im. Merak etmeyin inşallah, ben her zaman sizinleyim. Sevda’m iyi ki oturduk teknenin başında iki dakika… Tersine yaşam gibi, tersine sardım fotoğrafları. Beynimdeki kareler böyle canlandı ilk gece. Mutlak daha çok geçit resmi yapacak bu kareler ama biz çok şanslıyız. Böylesine güzel ailemiz ve dostlarımız olduğu için. Kemal’in kapkaralarında ben fotoğraflara bakıyordum kısaca.

PANesrinK 30.07.2007

KORSAN RAPOR  

KORSAN RAPORCU KORENT’DEN ION DENİZİNE GEÇİYOR..

Pazartesi günü Blue Siesta’dan ayrıldık, fakat biz hala buralarda siftiniyoruz. Bu emeklilik iyi şeymis, ara sira ne yapacağımızı şaşırsak da fena gitmiyor. Cruising hayatı da zor dostlar. Gerçi şimdiden çok cici bir Isviçre teknesi ile ahbap olduk. Şu anda teknelerinde misafirleri var. California’dan tekne satın alıp Pasifik’e yelken açmışlar. “Tahira” adlı teknenin sahipleri 25-30 yaşlarında, Pasifik Adalari, Yeni Zelanda, Kızıl Deniz, Süveyş Kanalı hepsini geçip buralara kadar gelmişler. Baba Yunanlı imiş. Aile burada ziyaret ediyor onları. Sonra da Fransa’da tekneyi satıp iş hayatına geri döneceklermiş. Daha sonra kimbilir belki yeniden çıkarız yola diyorlar. Bu böyle bir virus işte…

Malum Korent kanalı çıkışından sonraki seyrimiz; yelken yaşamımızın benim de hatırladığım ilk yoldan geri dönüş operasyonu yaptığımız etabı oldu. Itiraf edeyim iyi de oldu. Hem yeni bir yer görmüş olduk, hem de nefis mücadelesi yaptık… ”Ben cruiserim, acelem yok, havaya karşı değil havayla birlikte giderim, hırpalanmaya ne gerek var v.s. v.s.” Ezberimizi tekrar edip Korent şehrini gezdik.

Sonra Trizonya adasi. Yanlış hatırlamıyorsam Yunanistan’ın 1400 kadar adası var. Biz herhalde 50 kadarını gördük. Bu da başka bir karakter. Hiç biri diğerine benzemiyor. Adanın batıya kapalı kısmında marina ve bolca bağlama yeri var. Ayrica nefis bir alarga alanı da var ki biz alargada kalmayı tercih ettik. 5-8 ev görüyorsunuz. Hepsi bu. Fakat karaya çıktığınız zaman görüyorsunuz ki koskoca köy aslında arkada konuşlanmış. Market, restaurant, café, plaj her şey adanın karaya bakan yönünde.

Tam da istedigimiz bir havayla senelerdir görmek istedigimiz Zakynthos Adası’na geldik. Ada güzel, seyir güzel de bizim reis yine “ Buraya kısıldık kaldık?” triplerine girince Allah’tan araya giren dost mailleriyle sakinledi. Yine ben başladım; ”Bak Kemal’im Yiğidim, sakin ol, bir yere yetişmiyoruz. İstersen Kefalonya’ya çıkalım, oradan rüzgarı daha kolayımıza alır ineriz” demeye. Aynı gün, Kemal mutad internet mesaisinden döndü ve “Hayır hiç bir yere gitmiyoruz, buradayız ve sakin hayatı bir yaşam şekli edinmeyi düstur edineceğiz ve burası da iyi bir fırsat” dedi…Bizim de hikayemizde yeni bir sayfa açıldııııı.

Ben normal ev hali, temizlikler, yemekler. Kemal internet sayfasına adapte olmus geçiniiip gidiyoruz bu adada. Şakaaaaaa; her güne en az bir program; bir gün arabayla geziliyor, ertesi gün yürüyüş, sonraki gün fayton gezisi, akşamları mutlaka frappe molaları…

Aslında yolda olmak daima daha iyi geliyor bana. Yalnız nöbetlerde, hayallerin içinde yüzerek yepyeni keşifler yapıyorsun kendinle ilgili, yaşamınla ilgili. Normal hayat akışı içinde bu boyutlara gelebilmek için çok çabalamak gerek. İçsel gezinti çok zor, hesaplaşmalar çok acımasiz olabiliyor… Denizin üzerinde daha kolay ve hasarsız ulaşıyorsun çözümlere (eğer varsa). Çözüm yoksa da alternatif kısıtlılığından farklı bakış açısı geliştiriyorsun, hayatı daha kolaylaştırmak için kendine ve sevdiğine. Bir de bakmışsın ki yepyeni renkler girmiş hayatına. Sonra başlıyorsun o renklerin hazzını yakalamaya…

Kemal’le bu seyahatte renklere dokunurken; “beyaz” renk değildir dedi. Beyaz boşluktur. Ben de hayır kesinlikle beyaz bir renktir ve boşluk değildir dedim. Hadi bakalim kolay gelsin. Şimdi de bunu kanıtlamaya çalışıyoruz birbirimize. Sizlerin de katkılarınızı bekliyoruz.

Yiiiihuuuuuuuu yarın yola çıkıyoruz.
Öptüm hepinizi…

PANesrinK

15/08/2007
Strada Marina/Zakynthos

MESSİNA GEÇİŞİ ve SİCİLYA KORSAN RAPORU

Deryalara açılınca; birkaç saat içinde Marmara da bir Okyanus da… Sabah 5:45 de ayrıldık Zakhyntos adasından. Önce beraber yolaldık Kemal’imle. Sonra nöbeti ben devraldım. Yine günün en güzel saatini, güneşin doğuşunu, yeni bir günün başlangıcını yaşadım. Gönlümdeki mumları yaktım güzel dilekler dileyerek, dualar ederek güne başladım. Öğlen olduğunda sanki Pank Okyanus ortasında; swell var, tekne sallanıyor, sevimsiz ama bunlara alışmak gerek. Öğleden sonra rahatladı deniz, mutlandı Pank. Daha bir iştahla yutmaya başladı milleri… Biz ise tatil rehavetinde.

Akşam, gün batışı nöbeti yine ben de çok hoş. Hani ben ressam değilim ama bu görüntüyü sizlerle paylaşmam lazım. Metalik lacivert göz kırpan bir deniz, gri-mavi puslu bir ufuk, ufkun üstünde güneşin kırmızısı pusun iki katı, onun üstünde belli belirsiz bir turuncu, güzel bir sarı, sarıdan açık maviye geçişin kirli sarısı, açık mavi ve gece mavisi. Aman Tanrım mavinin ortasinda bir hilal. Bu manzarayi bir daha görmek mümkün değil ki! Ben mi çok iyimserim, yoksa deryalar mı böyle bir ruh hali yüklüyor insana, bilmiyorum. Ancak hayata bu gözlüklerle bakıp lezzetini almak da ayrı bir keyif.

275 mil, 36 saat hiç hırpalamayan bir seyir ve Messina Boğazındayız. Her şey Rod Heikell’in anlattığı gibi; boğazdaki rüzgar, bir an kuzucukların bitip girdapların oluştuğu bir alan ve sonra yeniden kuzucuklar. Ardından Marina del Nettuno. Giriş yaparken marina girişindeki bir tekneden tatlı bir “merhaba” duyuyor kulaklarımız. ”Türkiye’den mi geliyorsunuz?”. Evet diyerek bağlanma telaşına geri dönüyoruz. Ingiltere’de yaşayan bir Türk ailesinin teknesinde yaz kaptanlığı yapıyor, kışları Turgut Reis Marina’da ve Deniz Harp Okulu mezunu zarif kaptan Tayfun. Sonra da bir ihtiyacımız var mı diye yeniden ziyaret ediyor bizi. Sağolsun hemen de Navtex’den istediğimiz hava raporunu veriyor. Hadi bakalim Sicilya, sana da “merhaba”.

Italya’dayız ve siestayı unutmamalıyız. Her yer 13:30 – 16:30 arası kapalı. Ancak çok turistik yerlerde açık cafe veya restaurant bulabiliyorsunuz. Cumartesi günü arabamızı kiraladık, marina görevlisinden de görülmesi gerekli nokta atışlarını nereye yapacağımıza dair bilgileri alıp, çıktık yola. Adanın kuzeyine tekneyle gideceğimiz için biz daha çok doğu ve güneyle ilgileniyorduk. Etna gerçekten heybetli ve ürkütücu, insanlar neden her an böyle bir stres altında yaşar diye düşünüyorum önce, sonra İstanbul geliyor aklıma aynı stres altında yaşamıyor muyuz biz de. Deprem oldu olacak…

İlk gün gittiğimiz yerler arasında en güzel şehir Tahormina idi, hem doğa muhteşem, hem de tarihle içiçe geçmiş turistik görüntüler. Naxos nefis bir plaja sahip. Aci Reale konusunda yorum yok! Aci Castello adından da anlaşılacağı gibi kale gibi sahil ve kıyı, minik bir balıkçı barınağı, daracık sokaklardan oluşuyordu. Şimdi de en beğendigimiz köy; Etna eteklerinde tarihi Nicolosi köyü. Ama gerçekten eski. Içindeki insanlar da eskimiş, hep yaşlılar yaşıyor sanki. Bizim Karadeniz köylerinde de hissetmiştim aynı duyguyu. Gençler göçmüş büyük şehirlere. Canım köylerde yaşlılar hayatı idame ettirme çabasında. Biraz inat, biraz yorgunluk var ama sevgi bolca…

Catania’ya geç geldik. Önce otel aradık ve şehirde kaybolduk. Sonra yemek yiyelim dedik, yine şehirde kaybolduk. O oryantasyonu çok iyi olan Kemal’im sudan çıkmış balığa döndü burada. Neyse başarıyla hem yemeği hem de oteli ayarladı. Hepsi mükemmeldi. Gıyabında ona 10 numara…

Pazar günü adanın daha güneyine, hatta en güney ucuna indik. Bu günü yaşamamış olmayı tercih ederdim. Çünkü gittiğimiz her yer maalesef bizi mutlu edemedi. Ama yine akşam nefis bir akşam yemeği ile günün bütün yorgunluğunu unuttuk. Burada en güzel şey yemek yerken kazıklanmayacağınızı ve ne ödeyeceğinizi bilmek. Yemekte servisimizi Armando yaptı. Türk olduğumuzu öğrenince bir kaç Türkçe kelime, hop dedik ne oluyoruz. Meğer Almanya’da kalmış , 15 sene içinde pek çok Türk arkadaşı olmuş.

Ertesi gün ver elini Agrigento. Tapınaklar Vadisini göreceğiz. Sicilya’nin en görülmesi gerekli yerlerinden birisi. Eski Yunanlıların kurduğu bir antik kent. Kazılar halen devam etmekte. Ama iki adet tapınak fotoğrafta da göreceğiniz gibi çok iyi korunmuş. Etkiliyor görenleri. Öğle sıcağında bile o kadar çok ziyaret eden vardi ki.

Sicilya’da yollar ve şehirler arası yolda işaretler çok iyi. Otobanlar çok düzgün. Volkanik ada olduğundan pek çok dağ tepe var. Bu nedenle yollarda inanılmaz çok viyadük var. Agrigento’dan doğruca Messina’ya. Pank bizi bekliyor marinada.

Salı günü (21.08.2007) Stromboli adlı volkanik adaya gittik hydrofoil ile. Yaklaşık iki saat, sanki uçak hava boşluğuna düşmüş gibi yolculuk ederek geldik küçücük volkanik adacığa. Son derece turistik ada. Simsiyah kumsal dikkatimizi çekiyor önce. Sonra sıcak çarpıyor yüzüme insafsızca. Yürümek istiyoruz biraz da yürüyoruz ama insafsız sıcak tepeye çıkmamıza engel. Hemen akülü küçük taksi ile tırmanıyoruz tepeye. Süper manzara, biraz daha yaklaşıyoruz Stromboli’ye. Önce öksürüyor, biraz sonra dumanlar çıkıyor tepesinden. Bir süre sonra alışıyorsun öksürük ve dumanlara. İnsanoğlu enteresan hemen kanıksıyor elde ettiği güzellikleri… Bir süre sonra ilgilenmez oluyorsun.

Öğleden sonra döndük Stromboli’den. Alışveriş yapıp, tekneyi hazırlamaktı amacım. Markete gittim ki kapı duvar. Meğer çarsamba öğleden sonrası da kapalı olurmuş marketler. Amaaaaan dedim benim elimdeki malzeme bizi idare eder ve tekneyi seyre hazırladım. Kemal nerede mi? Internet cafede. “Mailler alırım mailler veririm, internet sitem var haniiiiim”…

Yine uzunca bir seyirle Sicilya adası’nin kuzeyinde yer alan Cefalu şehrine gitmek niyetimiz. Motora kuvvet geldik Cefalu’ya. Yeni marina korunaklı ,önce mazot aldık. Daha sonra yerimize bağlandık. Baştankara bağlanmayi da çok sevdik. İmkan oldugunda tercih ediyoruz. Akşam hemen şehre. Bu şehir bu seyahatimizde gördüğümüz en ilginç, güzel ve tarihi yer. Yarın da burdayız. Detaylar sonra. Kemal yine gidiyor internet cafe ye. Siz bunu okurken biz yenilerini yetiştiririz size.

Hepinizi kocamaaaaaaaan kucaklıyorum.

23.08.2007

PANesrinK

KORSAN RAPOR

CEFALU ve SONRASI

Cefalu ! Sıcağı olmasa sokaklar arasında kaybolmak çok heyecen verici olacak. Ancak bugünkü yangından dolayı öylesine bır ısı yüklenmiş ki şehir, gezerken güzellikleri kaçırabiliyorsunuz. Her yer hediyelik eşya satan dükkanlarla dolu. Sicilya limonchelloları, bademli kurabiyeler, pesto ve makarna sosları bolca ve de seramik.

Hiç ummadığımız bir anda “Gökova” teknesinin limana girmesi bizim açımızdan çok heyecanlı oldu. Onlar mazot alırken bir “ merhaba” da ben onlara dedim, tekneye davet ettim. Ancak ben bir daha Cumhur Hoca’yı göremedim. Kemal’le konuşmuşlar. Arkasından alışveriş ve üstüne süper bir motosiklet gezisi acaip romantik oluyor…

Vakit tamam sabah yine gün doğmadan çıktık yola. Rüzgar yine kafadan, motora kuvvet gidiyoruz. Önce sevgili Seda ve Cüneyt’in tavsiye ettikleri St. Vito’ya uğradık, ancak hafta sonu nedeniyle öylesine kalabalıktı ki hemen rotamızı Trapani’ye çevirdik. Cumartesi 17.30 Trapani, Cefalu ile aynı karakterde bir şehir. Sokakları daha geniş. Pazar günü şehri gezdik. Hay Allah her yer kapalı… Ben ağzım sulana sulana bakarım vitrinlere…

Her yerde “saldi” “saldi”
Benim aklım vitrinlerde kaldi…
Malum Kemal’im Kayseri’li, büyük şehirlere ne zaman gideceğini iyi ayarlar…( şaka şaka )

Ve benim Fadim’i en çok özlediğim gün. Temizlik günü. Yola çıkmadan önce herkes “En çok neyi özleyeceksin?” diye sorduğunda; cevabım hep aynı oldu: “Sevgili yardımcım Fadim’i”. Neden acaba?… Neyse akşam ödül “Erice”köyü. Trapani’nin tepesinde, funikülerle yaklaşık 20 dak. Yukarıya çıktığınızda kalesi, kalenin içinde taş sokakları ve taş binalarıyla süper bir görüntü ile karşılaşıyorsunuz.. Kendine özgü hediyelik eşya dükkanları, çok özel pastahaneleri (Badem ezmesinden her türlü meyva ve sebze yapıyorlar. Minik kasalara koyup satıyorlar.) Güneş batarken Erice’den çok etkilendim doğrusu. Taş binaların arasında kaybolup harika da bir restaurant’da akşam yemeği; veeeeeee sabah yolcu yolunda gerek. Önümüzde 24 saatlik bir geçiş olduğundan biraz yavaştan aldık, saat 10.00 gibi yola çıktık. Ver elini yeni ada. Biz geliyoruz Sardunya, “Çömez Cruiser’lar”. Ama iddialıyız, bunu da hakkıyla yapmayı öğreneceğiz.

BU GÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM.
Hayatımın en özel doğum günü, çünkü artık yeni bir 10 yılı karşılamaya başladım. Hoşgeldin ellili yıllar… Sağlıkla gel, mutlulukla gel, sevgiyle gel, sevdiklerimle gel de gerisi hiç önemli değil… Gündüz uzun yolda mutlaka nöbet düzenine geçerdik ama bu gün canımız istemedi. Uzun seyirde içki içmeme kuralımıza rağmen bu gün hem keraat vakti hem de akşam yemeğinde kuralımızı bozduk. Gece nöbetler ve akın akın gelen düşünceler yeni planlar, yeni hayaller…

Seneler önce, böyle cafe bar modası yokken, Bebek’te Özdemir Asaf’ın bir cafe’si vardı, duvarları O’nun şiir ve anekdotları ile doluydu. Barda otururken ne büyük zenginliktir ki , bir de O güzel insanın duygularına dokunurdunuz. Benim aklımda kalmış olanlardan bir tanesi de;
“Ben üç şey biliyorum
Dinlemekle dört kılana anlatacağım “

Siz dostlar,bizim yazmaya çalıştıklarımızı dört ettiniz, beş ettiniz. Bizleri de şair, yazar ettiniz… Sizlerden gelen seslere aynı tonda cevap gerek. Detone olmamalı. Zor yahu… Kısaca herbirinize tek tek cevap veremesem de bilin ki her birinizin tınısını yüreğimde hissediyorum.

Neyse gelelim bizim uzun yol seyrine; pek keyifli bir akşam yemeği, gün batımı, gece seyri hazırlıkları. Kulakları çınlasın sevgili komodorumuz Teoman Arsay’dan öğrendiğimiz seyir kurallarına göre; hava kararınca mutlaka can yeleği giyilecek, mutlaka havuzluktan çıkılıyorsa bağlanılacak, haber vermeden ortadan kaybolmak yok, havuzluğa”dri bag” çıkacak, kola Raymarine life tag takılacak. Malum denizde önlem bir defalık alınır. Aldınız aldınız. Almadınız, YANDINIZ…

Aslında gece ve ellili yaş sendromu yazmaktı amacım başlangıçta; bakın nerelere geldim. Bu korsan raporlar olaydan çok duygu dolmaya başladı… Hadi bakalım elbet size bir yerlerden kaçak yazacak bir şeyler yakalarım… Reisin de havasını bozarım….

28.08.2007
PANesrinK

SARDUNYA – KORSİKA KORSAN RAPOR

Teknede ben hep böyle olurum. Bu gün günlerden ne ? Saat kaç ? Ayın kaçı ? Ne zaman dönüyoruz ? Zaman mefhumundan sıyrılıp sadece ve sadece denizi, tekneyi, bulunduğum yerin keyfini yaşamaya çalışırım. Neyi yaşıyorsam ona tamamen adapte olurum. Cep telefonumu bile taşımam. Nasıl olsa acil bir şey olsa Kemal’den ulaşılabilir diye.

Sardunya Adası’na cok rahat bir seyirle geldik. Marina Del Sole’e bağlandık. Su çok pis, deniz kokuyor. Ataköy ‘den beter. Marinada inşaat var. Yenilenmeye çalışılıyor. Aynı gün Sevgili Nilgün’ün önerisiyle hemen kaleye çıktık. Harika… Zaten gezdiğimiz yerlerin hepsindeki en önemli özellik, eski şehirlerin en güzel şekilde korunup, içinde yaşamın devam ettirilmesi. Burada da öyle. Hatta kentin üniversitesi eski şehrin sınırları içinde. Muhteşem bir Katedral (St. Maria Katedrali) . Katedralin altındaki mezarlar da çok ilgi çekiciydi. Allahtan Reis fotoğraflarını göndermiş. Anlatmak kolay oluyor. Dolayısıyla buralarda eski şehri gezince zaten şehrin gezilmesi gereken en önemli yerleri bitmiş oluyor.

Hemen araba kiralandı, keşfedip görecek çok yer var. Dostlar sağolsun önerileriyle bize ışık tutuyorlar, biz de draje bilgilerle süper seyahatler yapıyoruz. Cagliari ‘den yola çıktık, adanın içlerinde ilerledik, önce antik bir şehir olan Barumini’ ye gittik. Buradaki kalıntılar Bronz Çağ’dan kalma. Yani adanın gerçekten çok eskiye dayanan bir tarihi var. Ama deniz yine çekiyor… Hemen kıyıya geçip çok methini duyduğumuz Costa Smeralda’ ya doğru yükselmeye başladık. Geceyi yakın bir otelde geçirip, ertesi gün Costa Smeralda ya geldik. Özellikle Porto Cervo’ ya bayıldık. Burayı 1960 larda ilk keşfeden Kerim Ağa Han. Minik tren şeklinde arabalarla şehri gezdiriyorlar. Tam Berlusconi’ nin evinin önünden geçerken kocaman bir tıra Berlusconi nin simsiyah spor arabası yükleniyordu. Ha; bu arada evin önünde polis kulübesi falan yoktu… Tüm güzellikleri Allah sahibine bağışlasın deyip yola devam. Putin in evi ise tam tepede şehre hakim bir beyaz ev idi. Manzaralar süper, koylar harika. Buraları daha sonra tekne kiralayıp denizden gezelim diye söz veriiiiiiip ayrıldık güzel kıyılardan. S.Teresa adanın en kuzey ucu, buradan ferry’e binip Haluk’un o çok sözünü ettiği Bonifacio’ ya gideceğiz. Hem de yeni bir adaya bu kez arabayla geçeceğiz.

Ağır bir hava var,sonbahar kendini hissettirmeye başlamış buralarda. Ferry’de de sallantıdan düz yürümek imkansız. Ama yine de hem S.Teresa’ dan ayrılırken, hem de Bonifacio’ ya yanaşırken biraz fotoğraf çekebildik. Korsika’ya, yani korsanlar adasına giriş bile farklı. Sarp kayalıkların arasında nefis bir liman, tepede kale, yapıların gözü rahatsız etmediği bir yerleşim. Eee, bir sahil şehrinde daha ne istenir? Şehri gezmeyi ertesi güne bırakıp, Porto Vecchio’ya doğru gittik. Yine Costa Smeralda devamı güzel koylar. Bir sonraki koyun adı Golf Di Pınarellu. Aman kızımızın adınını duyunca pek de hoş geldi. Hemen oraya gittik gecelemek için. Heyhat Pınarellu’ da caz festivali var. Her restaurant’ta ayrı grup konser veriyor. Kimi insanlar yemek yerken, kimileri içkilerini içerken, büyük bir çoğunluksa ayakta, çocuklar omuzda müzik dinliyor. Veeeee otellerde yer yok. Kormayın korkmayın yatacak bir yer bulduk tabi kiiiii.

Cumartesi sabahı erkenden yola çıkıp bu kez adanın içlerine doğru yola koyulduk. İnanılmaz sarp kayalar, mütevazi ama çok düzgün bir yol ve sürekli karşılaştığımız bisikletliler. Minik minik köyleri, köylerin içindeki sevimli cafeleri ve mutlaka kiremit çatılı güzel evleriyle ne güzel bir adaydın sen Korsika (alıntı cümledir )… Ve Bonifaccio ya dönüş. Kaleyi gezdik, biraz da şehri, tekrar rota Sardunya’ ya.

Ferry’de taktım kulaklığımı, açtım müziğimi Vivaldi çalıyor, harika bir yorumla; kapattım gözlerimi. Bedenimi beklemeye aldım, ruhum onu yakalasın diye. Öylesine hızlı tempoda hareket edince arasıra frene basmalı. Bedenin avansını ruha da sağlamalı…

Ertesi gün adanın batısını gezip Pank’ a dönmek amaç. Ancak adanın batısı hem kıyının sarp olması hem de hakim rüzgarın batıdan olması nedeniyle çok ilgi çekici değil, biraz kestirmeden dönüyoruz Cagliari’ ye. Yarın araba teslim, adanın batısına kadar 30 millik bir seyir sonra da Balear geçişimiz var. 250 miles.

Otellerde internet imkanı ya yok veya çok problemli idi. O nedenle pek bir şey yapamadı Kemal. Hemen internet cafeye gitti hava durumu için ve kapkara bir yüzle de geldi. Rüzgar kafadan 40 – 50 knot. Reis bu havayı sevmedi. Istanbul’dan Murat da havayı doğruladı. Ne yapalım? Biz cruiseriz. Uygun havayı bekleriz. Okunacak pek çok kitap var, Balear Adaları kitabı bizi bekler incelenmek için… Sizlerden uzak kaldık yetişelim. Bir de bu arada Susanna Tamaro okuyorum. “Her Sözcük Bir Tohumdur.” Hassas gözlemler, çarpıcı saptamalarla günümüz yaşamını ele almış. Hani okursanız iyi olur derim acizane.

Ben yazdım tane tane
Alın bizden haber size
Siz de çok bekletmeyin
Gönderin e-mail bize …

Cikletten çıktı, yeni nesil niyet bunlar….
Hoşca kalıııın.

PANesrinK

03.10.2007
Cagliari

KORSAN RAPOR

39 38’ North
005 42’ East KOORDİNATLARINDAN BİLDİRİLMİŞTİR…
(SARDUNYA-MENORKA PASAJI)

PİRİ REİS’İN HARTASI

Piri Reis düşlerimizi çizmiş hartasına
Boyamış serin deniz sabahlarının renkleriyle.
Piri Reis düşlerimizi çizmiş hartasına
Göz görmemiş, el değmemiş yıldız hevenkleriyle.
Piri Reis düşlerimizi çizmiş hartasına
Varılan kıyılardan ayak basılmamış kumsallara doğru
Hayırsız adalarla yeşil papağanların arasından
Billûr köşklere giden yolu.

Reis’in hartasında kıtalardan büyük boynuzlu balıklar
Ve timsah başlı maymunlar, yanardağlardan iri
Reis’in hartasında yelkenliler yürek kadar
Ama balıklarla maymunlar yutamıyor yelkenlileri.

Yolculuklar başlamaz yürek çağırmasa
Akıl yorulabilir, yılabilir, ama yüreğin sırtı gelmez yere.
Yelkenlilerle gidiliyor kosmosa
Piri Reis’in hartasında yüzen yürek kadar yelkenlilerle.

29 Aralık 1960, Moskova
Nazım Hikmet

Gece, en gece, kara kapkara gece… Ay yok, samanyolu zarif bir taç yapmış bu gece, sadece kendini aydınlatıyor. Gerçi yine de yakalıyorsun kayan yıldızları. Asla ihmal etmeden dilek tutmayı… Akdenizin ortasında, yukarıdaki koordinatlardayız. Kemal uykuda, nöbet bende. Yüreğim önce iki göz oluyor ve de iki kulak. Ardından teknemize dönüşüyor yüreğim yüzüyor Akdeniz’in ortasında.

PANesrinK
09.09.2007

PS:Şiir orjinal haliyle yazılmıştır.

KORSAN RAPOR

 

İSPANYA ANAKARAYA GEÇİŞ

Yolculuğa çıktığımız gün hem Sevda, hem Erhan aynı CD yi getirmişler. Keyifle dinliyoruz ’40 Aşk Şarkısı’nı. Ama en beteri başlangıç şarkısı Sezen Aksu’nun. “Keskin Bıçak ” Damardan giriş yapıyor. Bu gün canım Türkçe şarkılar dinlemek istedi… Damardan…

İstanbul arası verdik Kemal’in işleri nedeniyle. Çok da iyi oldu. Yola çıkmadan önce anne ve babamın ziyaretlerine gidememiştim. İlk işim Eskişehir’e gidip onların kabrini ziyaret oldu. Dualar ettim onlara ve teşekkürler ettim bu günlere gelmemdeki erdemleri, değerleri bana verdikleri için. Kemal’e ettikleri hayırlı dualar için…4 kız kardeş buluştuk, hasret giderdik, pek de güzel kaynattık. 4,5 uncu kardeşimiz Sevda da katılınca, keyfimiz tamamlandı.

İstanbul malum nasıl geçti anlamadım bitiverdi birdenbire. Ama yine de pek çok iş yapabildik. Her aksam lüferimizi de yedik. Gelecek seyirler için yakıtımızı aldık. Haydi ver elini Palma dedik. Dönüş uçusumuz Madrit üzerindendi. Madrit havaalanını çok beğendik. O nedenle olsa gerek İspanya Havayolları Palma uçuşumuzu 5 saat rotarlı yapınca; doyduk Madrit Havaalanına. Neyse sağ salim geldik, Pank da bizi uslu uslu beklemiş, teknede bir problem yok. Öyleyse hemen yola çıkıla!

27 Eylül sabah 9.00 Mallorka-Ibiza geçişimize başladık. Deniz kaba ama çok engel değil yol almaya. Biraz yemekler aksıyor. Daha kuru basit şeyler yiyebiliyoruz. 17.30 da bağlandık bile marinaya. Biraz sersemlesek de hemen şehri gezmeye çıktık. Bodrum ile Mykonos karışımı bir tatil beldesi. Nilgün gitmeden uyarmıştı; Ibiza’da esrarkeşlere, satanistlere ve gay’lere dikkat edin demişti. Biz esrarkeş ve satanist görmedik ama bolca gay vardı.

Bir restauranta yemeğe gittik, bunu paylasmalıyım sizlerle; çünkü bizim tekerlek kaşar gibi tekerlek permesan, tekerlekli bir servis arabasının üzerinde. İçini kase gibi oymuşlar; kase biraz kazınıp permesan biriktiriliyor, sıcak tagliatelli geliyor, peynir kasesinin içine boşaltılıp biraz krema ilavesiyle permesan makarnaya yediriliyor ve servis. Afiyet olsun!!!!!!! ( Tagliatelli parmesan, melt permesan ) Şimdi Kemal tekneye tekerlek permesan arıyor!

Ertesi gun Ibiza’nin karşısında minik ada Espalmador’un koyuna demirledik. Günlerden pazar, hava süper, yazdan kalma bir gün. Hemen bir deniz molası, turkuaz denizlerde Akdeniz’e hoşçakal kulaçları. Pazartesi sabah niyetimiz artık İspanya anakaraya geçmek, önce Formentera Adası’na bir göz atmaya niyetimiz var. Sabah yol uzun psikolojisi ile direk Puerto de Moraira’ya çevirdik rotamızı. Çok rahat bir seyirle ,akşam üzeri de bağlandık marinaya . .

Çok şükür geçtik Akdeniz’i bir uçtan diger uca. İstanbul’dan yola çıktık ; Bozcaada, Zakhyntos, Sicilya, Sardunya, Menorka, Mallorka, Ibiza hep adalardayız. Bundan sonra biraz güneye inecegiz, ver elini Okyanus diyeceğiz…

60 mil seyirle Torrevieja adlı sehrin limaninda demirde kalmaya karar verdik. Yola çıktıktan bir saat sonra Pank kızımız da geçti batı yarımküreye. Önce Pınar gitmişti, sonra Badem kızımız, sıra Pank’ta. Aman eksik kalmasın!!!! O’da geçsin batıya…

Limana erkence demirimizi atınca ne zamandir Kemal’e söz verdiğim patlıcanlı pilavı yaptım. Taze yemek süper oluyor ve maalesef çok yeniyor teknede. Çarşamba hava yine müsait yola devam ve tarihi Cartegena’ya geldik. Şehrin her tarafinda kaleler var. Çok etkileyici ama uzun tatil icin çok uygun değil bence. Sadece görülebilir yerlerden.

Aslında ekim ayı ve sonbahar tam olarak yaşanmakta artık. Güneş batar batmaz, ya da biraz bulutların arkasına saklanınca üşümeye başlıyor insan. Sahiller garip ve sessiz olmaya başladı. Son kalan turist grupları ise daha çok emekli insanlar… Sahil şehirleri gerçek sahiplerine kalmış. Ancak İspanya kıyıları da bizim kıyılar gibi talan edilmiş, yüksek yüksek apartmanlar, ya da siteler gözü rahatsız ediyor gerçekten.

Marinalar ise son derece düzgün hizmet veriyorlar. Yardımcı olacak birisi yoksa mazot iskelesine bağlanıyorsunuz. Onlar bir şekilde ya yer gösteriyorlar veya bağlandığınız yerde yatıyorsunuz. Sabah zaten seyre çıkıyorsunuz. En azından bu ara biz böyle yapıyoruz. Zira Ekim ayı içinde Kemal yine iş için Istanbul’a gelecek. Ben mi? Kızımızı çok özledim yılbaşına kadar da görme şansım olmayacak diye O’na gidiyorum inşallah.

CÜNEYT ILE SEDA’NIN BEBEĞİ OLDU…

CÜNEYT ILE SEDA’NIN BEBEĞİ OLDU…

CÜNEYT ILE SEDA’NIN BEBEĞİ OLDU…

ÇOOOOOOOK SEVİNDİK ÇOOOOOOOOK

 

Cartegena’da çalı fasulye buldum. Tabi ki yolluk zeytinyağlı fasulye. Aynı gün çamaşır temizlik. Allahtan hava geldi de bana da iş yapmak için fırsat çıktı!!!!! Teknede ütü işini mümkün olduğunca azaltmak için çamaşırlar makinadan çıkar çıkmaz sanki ütüler gibi düzgün katlıyorsunuz. 1-2 saat bekletip yine çok dikkatli asıyorsunuz. İp izi çıkmasına izin vermeden kurur kurumaz yine çamaşırlar toplanıp özenle katlanıyor efendim. Ve pek çok giysi ütülenmeden kullanılabiliyor. Zaten giysiler de seyahatlik. Kısaca bu da kadınca bir püf noktasi.

CÜNEYT VE SEDA İLE KONUŞTUK

HEPSİ ÇOK SAĞLIKLI

HEPSİ ÇOK İYİ

OHHHHHHHHH!!

 

4 Ekim Perşembe sabah yola cıkmaya hazırız. Bir rüzgar bir yağmur, hava biraz hafifledi, biz yola niyetliyiz ya kim durdurur Alman Kemal’imi… Yağmurda açıldık denize. Etraf kara bulutlarla dolu, ancak rotamızda hava açık görünmekte. Görüntüye kanmayın, ıslak bir seyir; arasıra yağmur altında Garrucha’ya 15.30’da bağlandık. Erkence gelip az yorulunca böyle yazı kaçamakları yapmaya fırsat bulabiliyorum. Kalın sağlıcakla, merak etmeyin paellanın tadına baktık, yeni lezzetler keşfetmeye çıkıyoruz…

PANesrinK

Garrucha
04.10.2007

KORSAN RAPOR
AKDENİZDEN AYRILIRKEN

Eveeeeeeeet “Artık demir almak günü geldi Akdeniz’den”. Yarın sabah inşallah motorumuzu çalıştırdığımızda bambaşka denizlere yelken açacağız. Yola çıkmamızdan bu yana en uzun seyir (Okyanus Seyrine) başlayacağız.

Aslında programladığımız gezgin yaşamda son derece kısa bır süreç. Ancak nedense herkes gibi, biz de bu geçişe ciddi konsantre olmuş durumdayız. Belki yalnız ve gerçekten dayanıklılık gerektiren bir süreç, iki kişi olunca da sorumluluk çok yoğunlaşıyor. Hayatta en çok değer verdiğin insanın hayatından sorumlu olmak büyük yük. Normal şehir hayatında da belki aynı sorumlulukları yükleniyoruz. Ama şehir koşturmacası içinde farketmeden yaşıyoruz bunu. Oysa başbaşa kalınca şartlar farklılaşıyor bir anda!!!!

Pank’ı Duquesa Marina’da bırakmıştık. 21 Ekim Pazar günü Gibraltar’da yerimiz hazırdı. 21 millik keyifli bir seyirle Marina Bay’e bağlandık. Marina çoğunlukla Blue Water Yacht Rally katılımcıları ile dolu. Hepsi çok heyecanlı ve hazırlıklılar. Birkaçı ile arkadaş olduk, biraz bilgi alış-verişinde bulunduk. Bir anda kendimizi bir dost çemberinin içinde bulduk. Bir defa denizlerde Türkiye ve Güney kıyılarımız çok iyi tanınmakta. Bir çoğu ya Türkiye de bulunmuş veya çok iyi bilgilenmişler. Bizim Türk olduğumuzu öğrenenler “Merhaba’ diye yaklaşıyor. Çok gururlandık, çooook…

Son olarak dün marinaya yeni bir tekne gelmiş, yan tekneye Marmaris’e gideceklerini söyleyince hemen bize yönlendirmişler. Harika bir sohbet… 10 yıldır cruising yapan bir çift. Atlantık Okyanusu, Pasifik, Hint Okyanusu, Afrika’nın batısı, Azor’lar, İsveç ve Norveç fiyortları, şimdi de Türkiye. İnşallah iyi anılarla dönerler ülkemizden. En azından biz iyi yönlendirmeye çalıştık!!!

Ben artık çok heyecanlandım yazamıyacağım. Gerisini Lanzarotte’den yazsam olur mu ? Hem biraz Reis’in Okyanus anılarını anlatırım, ne dersiniz?

Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum.

PANesrinK

Gibraltar
27.10.2007

KORSAN RAPOR
KANARYA ADALARI GEÇİŞİ

YAHOOOOOOOOOOO !!
Artık okyanustayız. İnsan ister istemez biraz stres yükleniyor seyahat öncesi. Günler geçmeye başlayınca, kaptırıveriyorsun kendini akıntıya…

Gibraltar küçük, pek temiz olmayan inşaatlardan oluşmuş karışık bir yerleşim merkezi. Arap etkisinde bir ülke. Vergi muafiyeti nedeniyle her yer elektronik eşya, parfüm satan mağazalarla dolu. Dolayısıyla alışveriş yapan pekçok turistle kuşatılmış. Neden o kadar meşhur olduğunu yine de anlayamadık. Blue Water Yacht Rally gurubundan Anne-Charlotte ve Per ile çok keyifli bir dostluk oluştu aramızda. Keith ve Susan harika bir çift. Bir de Brian ve Margaret var. Zamanla sanırım hepsinden bahsedeceğim.

Gibraltar’dan 28 Ekim Salı günü saat sabah 10.00 civarında yola çıktık. Deniz çok kabarık ve kaba dalgalıydı. Marina da kocaman gördüğümüz tekneler bile o kaba dalga içinde nasıl da zavallı görünüyorlardı, tabi ki orta halli biz de!!!!!! Kemal’in söz ettiği akıntı nedeniyle belirtilen saatlerde boğazı geçmek zorundaydık; yoksa ters akıntıya kalırsak yolculuğumuz epey uzayacaktı Cebelitarık’ta. Çok şükür 4,5 saatte boğazı geçip Okyanus’un serin, derin ve dahi lacivert sularına bıraktık kendimizi.

Yelkenleri Okyanus konumunda ayarladık. Pek heyecan verici, çok da güzel gidiyor kızımız. Motor sesi olmadan sadece teknenin deniz üzerinde çıkardığı ses, dalga sesleri ve tekneden gelen seslere, biraz da yelkenlerin sesi ekleniyor. Zaman zaman büyük dalgalar geliyor. Büyük dalgalarda yalpaya düştüğümüz için yelkenler de flap flap toparlamaya çalışıyor kendilerini. Henüz müzik falan dinleyemiyorum. Tekneden gelen seslere konsantre olmuşum. Bir terslik olur da duyamam diye seyir sırasında kulaklıkla müzik dinlemiyorum. Bir de denizin sesi; yeterince hoş ve ortama uygun kendi melodisini oluşturuyor zaten…

Hazırlıklar tamam. Kendimizi daha çok dışarıda yaşayacak gibi organize ettik. Sıcak su termosu, soğuk su termosu, buz kutusunda yiyecekler. Sanki teknenin içinde pikniğe çıkıyor gibiyiz. Ama çalkantılı denizde içerde çalışmak o kadar zor ki. Kendimizi idareli kullanmak zorundayız, önümüzde nöbetler, uykusuz geceler olabilir. Deniz tahmin ettiğimiz gibi. Ben de öğle yemeğini hazırlamak için içeriye girdim ve dağıldım. Kemal hemen deniz tutmasına karşı kullanılan “relief band” taktı koluma. Neyse yemek yiyebilecek kadar düzeldim. Efendim, bant saat şeklinde, sol bileğinizin içine (akapunktur noktasina) jel sürüp takıyorsunuz, minik tireşimler veriyor. Tek önemli özellik, titreşimi orta ve yüzük parmaklarınızın ucunda hissetmeniz gerek. Bana iyi geldi paylaşmak istedim. İlk günün heyecanı; sen yat, ben yat bir türlü nöbetleri başlatamadık. Neyse gece oturdu nöbetler düzene. Bu kez geceleri 3 er saat tutacağız. Çünkü, gece 2’şer saatlik nöbetlerde tam dinlenemiyorduk. Bu düzenleme daha iyi oldu.

Geceler soğuk, geceler rutubetli; gündüz t-shirt, şort dolaşırken gece uzun kollular, polarlar hatta kalın şallarla destekliyoruz kendimizi. İlk gece tek tük rally teknelerinin ışıklarını görebiliyorduk. Ertesi sabah ufukta sadece üç tekne vardı görülebilen! Her zamanki gibi reis güneşin doğuş ve batış saatlerindeki nöbetleri bana ayarlıyor, ben o saatlerdeki ritüelimi rahatça yapabileyim diye. Ama yine de gece nöbetleri bambaşka alemlere götürüyor insanı. Varlık, hiçlik, çokluk, yokluk gibi kavramlar arasında bir oraya bir buraya gidiyorum. Bazen anılar, bazen hayaller sarmalıyor beni. Ama ben, koca kadın hala iflah olmaz bir hayalperestim. Eskiden okyanus hayalleri kurardım, şimdi okyanus ortasında “tutmayın beni”. Yolumuz Cebelitarık Boğazı trafiğinin tam ortası, pek çok şilep geçiyor etrafımızdan. Gemi trafiğinde ilerlemekteyiz yani. Kimi karşıya geçiyor, kimi güneye doğru yol almakta.

İkinci gün de yelken trimi ve biraz telsiz muhabbetleriyle geçti. Artık gündüzleri de yatıp dinlenmeye özen gösteriyoruz. Rüzgar çok yavaşlayınca, yani hızımız 3 millere düşünce düşük devir motorla destekliyoruz yelkenleri. Üçüncü gün akşam üzeri öndeki teknelerden biri hava ihbarı verdi. Ayrıca denizde çok swell varmış. Tam da bizim yolumuz, hemen yelkenleri küçülttük, ortalığı toparladık, üstümüzü giyindik, gece seyri konumuna geçtik. Gerçekten o havanın içine girdik, bir sallandık yuvarlandık neyse hasar yok. Tekneden ilk üç gün gelmeyen bütün sesleri duyduk. Sanki teknede herşey yer değiştiriyor gibiydi. Sabah sakinledi hava, güneş yepyeni güne gülen yüzünü göstererek başladı. Bizim de keyfimiz yerine geldi. O gün öğle nöbetinde sanıyorum daha once Cartegena’da gördüğüm Beşiktaş adlı şilebi gördüm bir daha. Suları yararak geçti yanımızdan… Ardında hoş bir Türkiye’m kokusu, gözümde bir damla yaş, burnumda özlem dolu minik bir sızı bırakarak…

Son geceyi çok daha rahat ve kolay geçirdik. Ertesi sabah herkes yavaş yavaş marinaya bağlanmaya başladı. Telsizden seslerini duyuyoruz. Biz de öğle saatlerinde bağlandık. Ve bizim için gerçekten çok önemli bir etabı daha arkamızda bırakmış olduk. Hemen hoşgeldin içkileri ve geçiş dedikoduları… Sen ne kadar motor çalıştırdın? Yelkenleri nasıl ayarladın? Çok sallandınız mı? Bir ortak paydada buluşup bunu paylaşabilmek, ve bunu dolu dolu yaşamak müthiş bir duygu.

Artık Lanzarote’deyiz. Marina yeni, her yer tertemiz, finger’a bağlandık (Ataköy Marina’dan sonra ilk defa…). Her şey Marina’nın içinde; restaurant, café, market, hediyelik eşya, turizm ofisi harikaaaa. İki hafta buradayız. Dinleneceğiz, gezeceğiz ve büyük geçiş hazırlıklarımızı yapacağız.

Marina’nın içinde Ericsson sailing team bir üs kurmuş. Yarışlara burada hazırlanıyorlar. Hepsi canavar gibi sporcu, hem de teknenin tüm tamir, bakım işleri ile ilgileniyorlar. Reisin keyfi yerinde, Murat ve Kerim keyifli mailleriyle günümüzü şenlendirdiler. Annem harika bir hoşgeldin maili göndermiş çoooook hoş çoooook.

Lanzarote detaylarını daha sonra paylaşmak üzere yine hepinizi sevgi ve özlemle kucaklıyorum.

PANesrinK

07.11.2007

KORSAN RAPOR
KANARYA ADALARI

İnsanoğlu gerçekten çok ilginç. Bir anda adapte oluyor yaşadığı ortama. Sanki aylardır burada yaşıyor gibiyiz. Oysa geleli sadece 10 gün oldu! Önce Marina yı keşfediyorsun, ardından yakın çevre, sonra uzak… Marina şehre 30 km kadar mesafede, ama marina içinde her şey var. Genel anlamda bir sıkıntı yok. Sadece büyük marketlere araba ile gitmek gerek. Türkiye’ye uğrayacak tekneler gelip bizden bilgi alıyorlar. Farkında olmadan bir de bakıyorsun ki gerçekten hoş bir gönüllü misyonerlik yapıyorsun ülken adına. Ve attığın her adım bazen insanın kendisinin bile tanımlayamadığı farklı güzelliklere yelken açıyor. Ne hoş!!!.

Lanzarote, Kanarya Adaları grubunun 7 adasından biri. Ve en genç olanı. Kemal fotoğrafları yükledi. Volkanik ada tanımını açık ve seçik hissediyor insan adayı gezerken. Önce kiralık arabayla dolaştık. Bir kaç gün sonra grupla ada turuna çıktık. Her görüntü çok çarpıcı idi. Umarım resimler biraz yansıtıyordur gördüklerimizi. Ada, Unesco’nun koruması altında” World Heritage Area”. Avrupa Birliği’nin de ciddi fon aktarımı var. Yeni yeni yapılanıyor. İnşallah bu bakirliği korunur. Volkan bacaları gerçekten ciddi bir ısı yaymakta. Ben fotoğrafta gördüğünüz tavuk grill yapılan yere eğildiğimde kirpiklerim yandı!!!!!!.

Adada su sıkıntısı olmasına rağmen çok ciddi bir yeşillendirme çalışması var. Denizden arıtılan sularla bu işi yapmaya çalışıyorlar. Çok büyük ve yepyeni otelleri var. Ayrıca da otelleri dolduran müşterileri… İngiliz ve Alman turistler çoğunluğu oluşturuyor. Araba kiralama çok yaygın. Özellikle küçük arabalar; herkes araba kiralayıp geziyor adayı. Her şeyden turistik gelir elde etmeye çalışıyorlar. Minicik volkanik müze, kaktüs müzesi, camel safari, submarine safari, manzara noktaları, balık tutma gezileri, katamaran gezileri, bir de Cesar Manrique adındaki sanatçının evi. Sanatçı 5 volkanik bacayı evindeki odalara adapte etmiş. Farklı bir duygu!!!!!! Bu Stromboli’de yaşamaktan da beter geldi bana. Farklı bir yaratıcı kişilik…

Hafta sonu iki günlüğüne Grand Canaria adasına gittik. Daha büyük,daha,yaşlı ve daha yeşil bir ada. Özellkle adanın içleri hayal edilemeyecek manzaralarla dolu. Minik minik dağlar, daracık yollar, tertemiz köyler, içleri yeşermiş kraterler, hatta bir tanesinin içinde ev bile vardı! Adanın başkenti Las Palmas klasik bir büyük şehir. Adaların başkenti. Ama yönetim başkenti, dönüşümlü olarak 4 yıl Tenerife 4 yıl Grand Canaria oluyormuş. Bu da, Canary usulü bir barışçıl çözüm. Ada özellikle bu günlerde çok kalabalık. Çünkü Atlantik geçiş rallisi (ARC) için 250 tekne marinada. Bir heyecan, bir telaş görmek lazım.

Tekrar döndük evimize. Artık geçiş için yemek listesi yapıyorum,günlük olarak. Çünkü ortada mümkün olduğunca az şey olacak. Hem yiyecek malzemesi hem de kullanım malzemesi olarak. Diğer her şeyi mümkün olduğunca sabit bir hale getirmek gerek. Tekneden ne kadar az ses gelirse o kadar konforlu olur yolculuk. Az değil üç hafta aynı tangırtı seslerini duyarak gitmek sinir törpüsü olabilir de!!! Cüneyt ile konuştuk dün. 16. gün hala bir yerlere bir şeyler sıkıştırıyordum diyor. Bakalım biz ne yapacağız?

Kemal tüm motor bakımlarını yapıyor, yedek parçalar elden geçiyor, dümen aksamı kontrol ediliyor, yelken kontrolleri yapılıyor. Bir de her tekne birbirine bakarak daha çok çalışıyor. Cumartesi yola çıkma niyetimiz var ama havayı kollamaktayız. İnşallah her şey güzel gelişir. Ha, bu arada Reis Gibraltar’da olduğundan daha sakin ve huzurlu. Ara geçiş daha önce de yazdığım gibi ikimize de iyi geldi…

Lanzarote haberleri şimdilik bu kadar. Çıkmadan önce yine vedalaşırız sizlerle. Paylaştığınız haberlere, gönderdiğiniz iyi dileklere, dopingli maillere binlerce teşekkürler. Varlığınız, yazılarınız, iyi dilekleriniz bizim gücümüze güç katıyor gerçekten. İyi ki varsınız ve iyi ki sizi bize hissettiriyorsunuz.

Ben „Sevgi dokunmaktır.“ diyenlerdenim. Sevgimi hissetmek ve hissettirmek için yine sımsıkı kucaklıyorum hepinizi.

PANesrinK

Puerto Calero-LANZAROTE
13.11.2007

ATLANTİK GECELERİ

ATLANTİK GECELERİ

 

1. GECE

Bu yolculuğa da başladık. Şaka mı gerçek mi bazen ben de inanamıyorum. Bu kez tamam; bu kez gerçekten uzun geçiş başladı. Zira İstanbul’dan bu yana o kadar çok ayrılışlar, o kadar çok vedalar yaşadık ki, bu defa hangisi diye bir daha, bir daha soruyorum. Aslında pek çok insan için pek de önemli olmayabilir ama bizim için önemli işte… Niçin?..

Karar verdik bir kere bu biiiiiiiiiiiir.
Kararımızın gerçekleşmesi için çok çaba gösterdik bu ikiiiiiiiiii.
E, her türlü yakıtı da aldık sizlerden,
Öyle ise yolcu yolunda gerek…

Artık siz de öğrendiniz,hava kararırken mutlaka can yeleği giyiliyor, dışarıda işen mutlaka bağlanıyorsun. Zaten kollarımızda sürekli „life tag“ takılı. Bu da eğer denize düşersen hemen alarm veren bir alet. Diğer kolumuzda saat ve deniz tutmasına karşı saat gibi bir şey olan „relief band“ takıyorum. Full aksesuar yoldayız işte.

Ay yarım-ay şekline yakın, bulutlar pek yok, yıldızlar bol. Türkiye’mde başımı gökyüzüne kaldırdığımda hep büyük ayı, küçük ayı, kutup yıldızını bulurdum ilk önce. Buralarda ise en belirgin olarak gözüme takılan, koltuk takım yıldızı ( bana ilk Pınar göstermişti ). İlk onu görüyorum ve hemen kızımın kulaklarını çınlatarak, sanki O’nu görüyormuşçasına bir göz kırpıyorum takım yıldıza.

Aslında önümüzdeki bir kaç günün rüzgarsız olacağını biliyoruz ama arkadaşlarımız yola çıkıyor, haydi dedik, çok rüzgarsız olursak motora kuvvet. Sonra da Capo Verde ‘ye gider mazotumuzu alırız. Bakalım kısmetimizde neler var? Tüm gün motordan sonra saat 22.00 gibi yelkenlerimizi ayıbacağı (kelebek) konumuna getirdik. Ve gerçek geçiş, gerçek konumuna oturdu şu anda. 4-5 knot süratle gayet konforlu bir seyir. Birkaç gemi geçti ama uzaktan. Grup teknelerinin ışıkları bile görünmüyor, ama yakınımızdalar. Telsizle konuşma mesafesinde. Bir kaç tekne direk Karayib rotasında gidiyor. Bir kısmı orta rotada (çok rüzgarsız kalırlarsa Capo Verde’ye gidecekler) . Kalanlarsa bizim gibi Capo Verde’ci. Rüzgarın durumu ve hava tahmin gurumuz Sevgili Alpaslan’in yönlendirmesiyle şimdiki kararımız bu.

Hazırlıklar nedeniyle çok yormuşuz galiba kendimizi, ya da çok gerilmişiz; çabuk uykum geldi. Nöbet uyku, nöbet uyku, 3’er saat biraz dağılıyor muyum ne? Sabah oldu , bak ilk gece geçti bile. Güneş bulutların arasından doğdu. Pek de aydınlık değil yüzü. Bakalım yeni gün neler getirecek? İlk 24 saat; 10 saat motor, 14 saat yelken. Süper; biz 24 saat motor yaparız derken bu rüzgar ilaç gibi geldi, inşallah şansımız hep böyle devam eder.

Şansımız hep böyle gider dedim ama sadece beklediğimizden iyi anlamında söylenmiş bir söz, zira rüzgar gerek bize… İster istemez hesaba başlıyorsun hemen. Şansımız iyi demekle yaptığımız hesap aşağıda;

2950-120 = 2830 mil yolumuz kaldı ( yaklaşık 24 gün ). Önümüzdeki olasılıklara bakınca çooooooook uzun geliyor gözüme, gönlüme. Ama geriye dönünce hayal yıllarını düşününce de öylesine kısacık bir zamanki bu yolculuk. Bitsin mi yoksa mümkün olduğunca uzasın mı bilmiyorum. Ancak bildiğim bir tek şey var şu anda gerçek olan: YOLDAYIZ……..

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

2. GECE

Dün gece yorucu olmasına rağmen, bu akşam daha iyi hissediyorum kendimi. 19.00-22.00 nöbeti Kemal’indi. Ben uyuyamayınca kalkıp yemeği hazırladım. İyi de oldu, yemek erken yendi. Güzel güzel ilk günümüzü değerlendirdik. Telefon edenlerle heyecanımızı paylaştık. Kısaca dolu dolu yaşamaya çalıştık hayal edilmiş anların gerçeğe dönüştüğü günümüzü.

21.00-24.00 nöbeti: Ay artık yarım karpuz dilimi, nasıl da aydınlatıyor denizi. Denizin üzeri şıkır şıkır mehtap. Yıldızların dansını seyrediyorum, dalgaların müziği eşliğinde… Bazı yıldızların da alkışlarını duyuyorum zaman zaman nefes kesen manzaralarda.

Okyanus yumuşak yüzünü gösteriyor bize, Sevdiklerimiz ve bizi sevenler çok okuyup üfledi veeeeee Okyanus düzeldi. Ne rüzgar ne dalga, ayna gibi deniz ayna…

03.00-07.00 nöbeti; ay batmış, yıldızlar daha belirgin. Sanki daha da yakınlaşmış koltuk takım yıldızı “selam kızım’. Kemal telefonu düşürebildi de şükür iyi haberini aldık, sesini duyduk ve kendimizi daha iyi hissettik. Şimdi yalnızım nöbetteyim. Ay batınca yakamozlar daha belirgin. Tekneyle dans eden şimdi onlar. 2-3 adet de balık; aydınlıkta onları da görebiliyorum teknenin etrafında , müthiş. Yunus gibi atlıyorlar, pırıl pırıl parlıyorlar akvaryum gibi denizde. Kayan yıldızlar inanılmaz. Artık saymıyorum bile. Motorla gittiğimizi açıklamaya gerek yok sanırım, tek kusurumuz bu motor sesi… Çok yakınımızda bir parıltı, direğin ışığı tekneye kadar ulaşıyor. Radarda görünmüyor, seyir ışıkları yok, ben tekneyi açıyorum sanki o yaklaşıyor. Kemal’i uyandırdım, hemen projektörü çıkardı daha ışığı yakmadan onun uydu olduğunu ve göz yanılması yaşadığımı söyledi. Çok utandım çoooook. Düşünsenize bir uyduyu(sanal yıldızı) böylesine yakında hissedebileceğiniz bir atmosferi…

Bir teşekkür Cüneyt’e; zira O’nun önerisiyle 8-10 cm kalınlığında bir sünger yatak aldık. Ortasına oturma iskemlemizi yerleştirdik. Artık swellerde kendimizi kasmıyoruz. Belimize yük binmiyor, dolayısıyla yorgunluk oranımız azaldı. Her sallantıda tutunmadan sağa sola yumuşak dokunuşlar yapıyoruz.

Gün ağarmaya başladı. Haydi bakalım 3. Gün de hayırlar getirsin, önce herkese sonra da bize. Güne bulutlu başlıyoruz da.

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

3. GECE

Akşam harika başladı. Yine rüzgar yok ama problem etmeyeceğiz diye birbirimize söz verdik. Rüzgarın durumuna göre en geç çarşamba günü son kararımızı vereceğiz. Ya Capo Verde Adaları ya da Direkt Crossing.

Yemekten sonra Selma ve Selçuk aradı. Bir güzel kaynattık. Okyanus ortası kardeş konuşması doğrusu çok iyi geldi. Kemal biraz dinlendi sonra nöbeti devraldı. (21.00-24.00 ). Bir uyandım telefon çalıyor Sidney’den Erhan İzmir arıyor. Kemal’le harika bir konuşma yapıyorlar. Ben etrafa baktım sisten bir duvar içindeyiz. Kemal Erhan’a anlatıyor, 10-15 yunus gelmiş bizi sisten çıkarana kadar Pank’a eşlik etmişler. Şimdi başka bir sis bulutunun içine girmişiz. Radardan baktık 10-12 mil etrafımızda 2 gemi 1 tekne var. Kemal alarm halinde (hani ne diyorlar: ”tayakkuz halinde” ) Ben bu durumda yatmam, sen uyu deyince mecbursun yatmaya. Zira birimiz düşerse diğerinin sağlam olması gerek. Bastırdım kendimi yatağa ve kendimi “uyuttum”. 1 saat kadar sonra Kemal’in sesiyle uyandım sis kalkmış, nöbet raporu verdi. Rüzgar, radar v.s. ben nöbeti devraldım. Etraf bulut dolu, yıldızlar müthiş uzak, Deniz kapkara, deniz depderin… Sanki Okyanus diyor ki;

Hadi bakalım “Pollyanna Teyze”
Ha ha!
Madem ki geldin koşa koşa kucağıma
Göstereyim yüzlerimden birini daha sana!!!!!

Sanki dün gece başka bir okyanustaydık bu gece bambaşka…

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

4. GECE

Erken akşam yemeği ve erken nöbet yine. Ben uyandım , Kemal; „İnanmıyacaksın ama yine sis bastırdı, ben yatmam.“ diyor. Bu kez inatlaşan ben oldum. „Sıra sende, yatıyorsun ben radardan takip ediyorum. Herhangi zor bir anda seni kaldırırım“ dedim. Tam o sırada şimşekler çakmaya başladı. Hemen dışarıyı topladık. İçeriyi de. Zira direğe yıldırım düşerse bütün elektronikler zarar görebilir. Taşınabilir olanları fırının içine sakladık, koruma amaçlı. Malum Faraday Kafesi görevi görüyor.

Radardan yağmur bulutunu takip edebiliyoruz. Rüzgarın yönüne göre yağışın yoğun olmadığı tarafa doğru kırdık dümenimizi. Saat 02.30 civarında,mucizevi bir şekilde ağır yağmur ve şimşek alanına gimeden bulutlardan uzaklastik. Kemal yattığında saat 03.00 olmuştu.

Her yer bulut, tek bir yıldız dahi görünmüyor. Ay da bulutların arkasına gizlenmiş ürkütücü bir buzul aydınlığı yayıyor etrafa. Uzaklarda şimşekler çakıyor besbelli yağmur da var. Biz bunlara yakalanmamak için yönümüzü epey değiştirdik. Radarda yeni yağmur bulutları oluşuyor. Tam bu arada yeniden yunuslar geldi. Çok yakınımızdalar. Snorkelin suyunu üflersiniz de bir ses çıkar ya , yanımızdan geçerken aynı sesleri çıkartarak geçiyorlar. Hepsi ayrı ayrı ; aynı yerde aynı dansı yapıyor. Sanki bizi oyalamaya çalışıyorlar. Bu arada biz yağmur ve şimşeklerden mucizevi bir şekilde yeniden sıyırdık. Saat oldu 06.30 Kemal uyandı. Dinlenme sırası bende. Yorgun ve gergin bir gece; Okyanus sanki fısıldıyor;

„Daha dur, yeni yüzlerim geliyor…”

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

5. GECE

Sevgili Alpaslan’la konuşmalar ve grib file (hava tahmin haritası ) incelemeleri sonucunda bugün saat 16.00 itibari ile MOTORU KAPATTIK. Capo Verde’ye gitmekten vazgeçip rotamızı Karayip Adaları’na döndürdük. Sat 18.00 e kadar rüzgar azala azala devam etti. Ben o saate kadar:

-Ohhh! İşte bu!
-Gerçek geçiş şimdi başlıyor!!
-İşte bu, insanın medeniyetten sıyrılması!!!
-İşte bu, gerçekten ruhun terbiyesi, sabretmeyi öğrenmesi!!!! diye içimden geçiriyorum.

Nefis terbiyesi yapıyorum. Artık motora basmak yok, yavaş da olsa yelkenle gidilecek, diyordum ki; rüzgar sıfırrrrrrrrrrr.

Kemal ben motora başıyorum dediğinde bizim filozofluk yapmaya çalışan denizciden tık yok. İtiraf edeyim O’nu önlemek bir yana içten içe acaip sevindim… Allaha şükür medeniyet güzel şey… Allahtan bir saat içinde rüzgarı yeniden yakaladık veya o bizi yakaladı. Bu kez motoru yeniden kapattık.

Bu yazıyı yazdığım şu ana kadar (23.11.2007 Perşembe) 18 saattir nonstop yelken seyrindeyiz. Yuppiiiiiii. Akşam üzeri teknenin etrafında 10-12 balina şöyle bir tur atıp uzaklaştılar. Müthiş etkileyici idi.
,
Rüzgarı yakaladık yakalamasına heyhat , bu kez deniz karıştı. Tekne nasıl sallanıyor anlatamam. Normal hareket etmek mümkün değil. Tekne içi günlük hareketler için bir nevi cambazlık yapıyoruz. Yemek işini halledebiliyoruz zor da olsa. Sallan yuvarlan gidiyoruz işte. Hızımız 6 knot bizim için çok yeterli.

Gece nöbeti, yine bulutlu bir ay, bir kaç yunus,yıldızsız bir gece. Süründüm bu gece nöbette. Kendimi uyutmamak için stretching yaptım, zıpladım, çay içtim, çekirdek çittim. İnanın düşündüğüm tek şey nöbet saatimi nasıl dolduracağımdı. Ohhhh! Saat 03.00 Kemal nöbete, bana iyi uykulaaaaaar.

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

6. GECE

Güneşin batışı yine bulutların arasından, pek iç açıcı değil. Haluk arıyor İstanbul’dan draje haberler veriyor… 21.00-24.00 nöbeti yine Kemal’de. Artık Okyanus havası iyice oturdu, yelkenleri trim bile etmeden gidiyoruz. Rolly polly (bizim sallan yuvarlan ) durumundayız. İnsanı yoran uykusuzluk değil, bu sürekli sallantıda normal hayatı sürdürebilmek. Saat 24:00 kalktım da nazar değdirdim yelkenlere. Değiştirmek gerek. Uyku sersemi biraz dikkatsiz davranınca parmağım halatla vinç arasına sıkıştı. Gece, değişen rüzgar, dikkatsizlik bütün kazalar böyle olur diye aklımdan geçiriyordum. Halatı bırakıverdim. Müthiş bir gürültü yelkenler acaip ses çıkartıyor. Kemal korkmuş benim sesimden, “Koptu mu? Koptu mu?” diye bağırıyor. Neyse sağ salim yelkenleri ayarladık önce, sonra parmağıma buz ve bakım yaptık. Ciddi bir ezik galiba. Bakalım sabaha ne göreceğiz?

Saat 01.00 oldu Kemal yattığında. Ay dolunay konumunda fakat gökyüzü bulutlarla öylesine kaplı ki aydınlığı algılıyamıyorum. Amaaaaaa bu gece de dolunayda bulutların gösterisi var. Hızla esen rüzgarda bulutlar öylesine çabuk şekil değiştiriyorlar ki. Hepsini yakalamak çok güç. Sanki bütün Yunan tanrıları gökyüzüne bakarak resmedilmis. Tüm çizgi film kahramanları resmi geçit yaptı bu gece rüzgar estikçe gökyüzünde. Bir küçücük bebecik bir anda oluverdi köpecik. Nasıl da ihmal ediyoruz büyük şehirlerde yaşarken şu küçücük mutlulukları yakalamayı…

İşte böyle altımızda binlerce metre su,etrafımız sadece suyla kaplı, başımızın üstünde sonsuz gökyüzü . Deryaların ortasında minnacık bir Pank’çık. Bir an çok aciz hissediyorsun kendini. Sonra olsun diyorsun, olacak, yapacağız, başladık, gidiyoruz iste…

Kemal yorgun, uyusun diye 05.00 de kaldırmadım. Panik halde O uyandı; saat 05.30 . Nöbet değişirken bir anons. Birisi bizim koordinatlarımızı vererek konuşmak istiyor. Yakınımızdan geçiyormus. Selam dedi. 36 metrelik bir mega yat. Lanzarote’de aynı pantondaydık, hiç konuşmamıştık. Şimdi telsizde bir muhabbet, onlar Barbados’a gidiyorlarmıs. Bizim Türk olduğumuzu öğrenince heyecanla geçen sene Yalıkavak’ta olduğunu ve çok memnun kaldığını söyledi. Gene pek keyiflendik. Denizlerde Türklüğü gerçekten gururla taşıyoruz…

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

7. GECE

Gündüz çok hırpalandık. İkimiz de birbirimizin gözünün içine bakıyoruz yatsın da dinlensin diye. Hava iyice kötüledi serpinti,yağmur. Kemal nöbeti içeride tutuyor. Bu kez ben uyumuşum 4 saat hiç uyanmadan. Nasıl ilaç gibi geldi anlatamam. Uzun süre yelkende olunca bir de akü durumunu kontrol etmek gerek. Akü alarm vermeye başlayınca bir saat kadar jeneratör çalıştırıyoruz, aküler doluyor. Artık her türlü enerjiyi kısarak kullanıyoruz. İdareli olmak gerek…

Siz hiç bulutlara bakarak anlam çıkarttınız mı? Ben çıkartıyorum. Off!! Bu bulutun bakışları çok kötü, acaba hava daha da mı kötüleyecek? Bak bu bulut ağzını açmış, bizi bile yiyebilir. Şunlar çok sevimsiz bakışları olan serseri bulutlar, ne demek istiyorlar? Ben annemin öğretmenimin bir bakışından çok şey anlayan, bastırılmış bir nesildenim. Belki de o yüzden pek çok anlam yüklüyorum bulutlara . Kimbilir? Deniz kabarık olunca onlara bakarak oyalıyorum kendimi. Okumak mümkün değil zira.

Aslında çok geç kalmışım. Orhan Pamuk’un İstanbul adlı romanını okuyorum şu anda. Gündüz okuduğum bölümler gece gözlerimin önünden geçiyor. İstanbul geçiyor semt semt gözlerimin önünden; duygusallaşıyorum bir anda. Aynen yazarın dediği gibi hüzün basıyor. Ben mi O’nun peşindeyim O’mu benim bilmiyorum. Ama özlüyorum.

Bu arada Okyanus’un alamet-i farikası uçan balıklarla samimi olmaya başladık. Garibanlar gece kör uçuş yaptıkları için, gecenin bir yarısı küüüt ve ardından teknede taka taka sesler. Hadiii çık onu denize geri at. Pank yüksek olmasına rağmen camlardan hep balık pullarını temizliyoruz. Maalesef bazan sesini duymuyoruz sabah yolluyoruz denize meftaları. O nedenle her sabah uçan balık turu atıyoruz teknenin etrafında.

Hala yelkenle gidiyoruuuuuuuuz!

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

8. GECE

Artık yolun 1/3’ünü geride bıraktık. Dalgalar büyüdükçe teknenin sallantısı daha fazlalaşıyor. Bu da, teknede hareket imkanını çok kısıtlıyor. Kollarım bacaklarım çürük içinde. Çarpmadığım yer kalmadı.

Bu gece bulutlar biraz daha az. Bakalım yine yağmur var mı? Yelkenler sabahki trimle gidiyor. Biraz açı değişse bile aynı trim idare ediyor. Öyle trim dediğiniz bu sallantıda hiç de kolay birşey değil. Önce can yelekleri giyiliyor, tekneye bağlanılıyor. Kemal’le ikimiz önce başa gidiyoruz O bumbayı ayarlıyor ben halatları. Ayakta durmak çok zor, iki elinle çalışmak zorundasın ama bir elinle tutunmaya mecbursun!!! Kemal başta kalıyor ben kıça geçiyorum. Bu kez yine cenoa sarma ve iskota halatları bende. Kemal önden birini sar diğerini bırak diyerek yelkenlerin son şeklini veriyor. Bu aşağı yukarı 45-50 dakika süren bir işlem. Bunu niye mı anlattım? Herkes teknede zaman nasıl geçiyor diye soruyor da…

Yemek hazırlığı aynen; tutun, kayma, birşey kaymasın. Onu yıka bunu topla. Aman bir daha aşağıya inmeden herşey tam olsun da yemeğe oturalım. Ortalık dağılmış toplayalım. Dolapta içecekler azalmış yenilemeli. Meyva sebze kontrol edilmeli. Olgunlar yukarıya; daha dayanabilecekler aşağıya. Bozulmadan yenecekleri sıraya koy. Menü ayarla. Termosta hep sıcak su olsun, su ısıtırken aküden kullanma, Jeneratör çalışırken su ısıt. Ortada bulaşık bırakma, yerine kaldır ses yapmasın. Hava ısınmaya başladı, kalınları dolaba kaldır, inceleri öne çıkart.

Bu arada nöbet saati,uyku saati. Hadi 1-2 fotoğraf film çekelim. Aman bir duş alalım deniz sakin gibi. Kızımıza telefon edelim. Alpaslan’dan hava durumu alına.

Net saati; diğer arkadaşlar ne yapıyor? Kim nerede? Rüzgarları nasıl? Bu günki e-mailde ne yazdın? Rengimiz ne olsun? Çok çalışıyoruz çooooooook..

Tam dolunay bu gece, bulutlar daha az. Yarın inşallah daha güneşli bir günümüz olur. ( lütfeeeeeeen)

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

9. GECE

Çok sallanıyoruz çoooook. İnsan hareketlerini dahi kontrol edemiyor. Acil işler dışında yatay yaşıyoruz teknede. Bu gün güneşli olmasına rağmen akşam bir anda bulutlarla kaplandı her yer ve yine bulutların ardından battı güneş. Özledim denizden batan güneş görmeyi. Bulutlar olunca yağmur var, yağmur olunca şimşek, şimşek olunca, yıldırım riski: elektronikleri korumalı, paketle fırına koy. Sonra squall geçene kadar heyecan (korku da var ) içinde en az bir saat kadar bekle.

Yağmur dolayısıyla nöbetleri içeride tutmaya devam. Nöbet tutan uzun oturuyor,diğeri yatıyor. Sonra yatakları değişiyoruz. Kemal telefonda Pınar’a birimiz resmi olarak yatıyor diğerimiz gayriresmi diyor, gülüşüyoruz. Annem, babam etrafta tekne ışık var mı diye soruyorlar. Kemal’den cevap: „Tabi tabi“ Sonra da „İlk defa yalan söylüyorum onlar’a. Gidince açıklarız, bunlar pembe yalan. Onlar ‘in içi rahat etsin diye.“ diyor. Oysa 3 gündür ne tekne, ne de gemi, uzaktan dahi hiç bir şey görmedik. Ama nette her gün 2 defa haberleşiyoruz. Ayrıca her gün en az 2-3 telefon görüşmesi yapıyoruz. Birisi mutlaka Selçuk, diğeri annem ve babam…

Bu gece yine bulutlarla dopdolu olan gökyüzünde ay çook uzak görünüyor ve yeterince aydınlatmıyor yolumuzu. İnsanoğlu ilginç, ışık psikolojiyi (özellikle benim) çok etkileyen bir etmen. Güneşli günlerde veya ayışığının aydınlattığı denizde coşan ve hiperaktif olan gönlüm, puslu ve karanlık gün ve gecelerde daha bir hüzünlü ve ağır oluyor nedense. Ben üstümdeki ağırlığı atsam da hüzün kalıyor yadigar. Ondan sonra başlıyor felaket senaryoları.

Daha yolun1/3 ünü geldik. Yani en az iki hafta daha yoldayız. Ya direk kırılırsa, yelkenler yırtılırsa, motora bir şey olursa, tekne bir şeye çarparsa en önemlisi Kemal’e bir şey olursa.

Ayışığı parlamaya başladı,uçan balıklar çıktı ortaya. Bir tane de tekneye atladı şimdi zıplayıp duruyor. Hemen denize atmalı. Bu gün balıkları denize atma günümüz. Oltaya 2.5-3 kg lük bir dorado geldi, tekne ağır bir sallantıda. Aynı anda rüzgar değişti yelken trimi, aynı anda Zargana Murat telefonda. Oyleyse o balıkla kim uğraşır? Bu sallantıda nasıl pişirilir? Balık hemen denize atılır.

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

10. GECE

Adı üstünde gece gibi gece işte. Ne ay ışığı ne de bir yıldız, kapkaranlık. Deniz kara, gökyüzü kapkara. Seyir ışıkları dalga köpüklerine yansıyor da ışık olarak sadece kendi ışığını görüyorsun ve gitmeye devam ediyorsun…

Öyleyse gidebiliriz bambaşka dünyalara. Düşünün, bir similatörün içindesiniz ve sallanıyorsunuz. Sanki bir teknenin içinde oturuyorsunuz ve hiç bir şey yapmıyorsunuz. Yapmanıza gerek yok, düğmeye basılmış bir kere gidiyorsunuz. Ve „Game Over“ yazana dek çıkış yok! Aynen öyle düğmeye bastık biz de ; gidiyoruz. Alabildiğince bir karanlığın içinde sallanıyoruz. Binlerce metre derinliğince deniz ve milyarlarca yıl uzaklığınca sarmalanmış uzay arasında.

Düşünüyorum “ Biz hiç bir şeyiz”

İçeride uyumaya çalışan Kemal’e bakıyorum. Elele vermişiz, bir yerlere bir şeylere ulaşmaya çalışıyoruz. Emek veriyoruz, çalışıyoruz, çabalıyoruz, fedakarlık yapıyoruz. Arkamıza dönüp baktığımızda bir arpa boyu yol kat etsek de;

Diyorum ki “Biz her şeyiz”

Her yer bulut, yağmura da alıştık artık. Elektronikler açık, her defasında toplayıp fırına koymuyoruz. Yağmur bulutları geliyor, rüzgar esiyor yağmurlar yağıyor yağıyor sonra da gidiyor. Şimşek olmayınca problem yok. Yelkenlerimiz yine kelebek gibi, uçuruyor bizi hedefe. Otopilot wind vane konumunda. Yani otopilotla gidiyoruz ancak otopilot yönünü rüzgardaki ufak tefek değişikliklere göre kendisi ayarlıyor. O nedenle bizim reis benim nöbetlerimde sürekli uyanarak soruyor:

-Rüzgar açısı ne?
-Rüzgar kuvveti kaç?
-Kaç dereceye gidiyoruz?
-Süratimiz nasıl?

“Sen yat uyu!” desem de, “Takılma sen bana, ben kendi nöbetlerimde daha rahat uyuyorum” diyor !!!!

Alpaslan’dan aldık hava haberlerini. Yarın da hava bulutlu olacağından bu gece de ay ve yıldız hayalim yok. Neyleyelim biz de karanlığın lezzetine varalım. Aysız gecelere kendimizi alıştıralım.

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

11. GECE

Bu gün deniz biraz düzeldi. Kemal’im de yelkenleri konforlu bir şekilde trim edince, üstüne bir de güneş açınca, yemekler yapıldı, ortalık toplarlandı, yastıklar havalandırıldı, üç gündür alamadığımız duşlar alındı. Teknede bir telaş bir konfor. Çok şükür normal yürünebiliyormuş (sürünmeden).

Akşam yine bulutların hücumuna uğradık, güneş yine bulutların arasında kayboldu. Bir anda hüzün çöktüüüü. Bu atmosferde genellikle hüzünlü müzikler dinlenir; oysa ben dellendim, haydi bir Strauss dinleyelim dedim. Hemen bir New Year Concert CD si. .,Radinsky Marşı” çalıyor, biz tüm hüznümüzden sıyrılmış bir şekilde iki çılgın beraberce orkestrayı yönetiyoruz…

Gece iyi başladı. Çok rüzgar var. Zaman zaman hissedilen rüzgar 28 knot’lara çıkıyor. Bizim hızımız da 7-8 knot , uçuyor gibiyiz, sallantı da makul. Artık karşıya geçince konuşmalarına başladık. Herhalde yarıyola yaklaşmış olmanın verdiği cesaretle…

Sabaha karşı Ataköy Marina’dan Cengiz Özgül abimizin kardeşi aradı. Las Palmas’dan mazot alıp onlar da çıkıyorlarmış yola. Rosinante adlı tekneyi Karayib’lere götürüyormus. Bir ihtiyacımız olup olmadığını sordu. Koordinatlarımızı aldı. Sanıyorum onlar bizden önce geçerler karşıya. Yolları açık olsun. Ne güzel Okyanus sularında Türkler. Birbirimize hayırlı seyirler dileyerek telefonu kapattık.

ARC (Atlantic Rally for Cruisers) tekneleri de yola çıktı.247 adet tekne; bir kısmı yarışıyor. OKYANUS ŞENLENİYOR.

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

12. GECE

Bu gün öğlen saatlerinde yarıyolu geçtik. Yani toplam yapmayı hesapladığımız milin yarısına geldik. Bundan sonra geri sayım başladı. Bir anlamda yokuş aşağı gitmeye başladık. “ Eh bu da bir şey” havalarındayız. Hem de neşeliyiz. Yarıyol kutlama yemeği olarak Türk yemeği yapmaya karar verdik (domatesli pilav, kekikli kavurma). Akşam bir sallantı. Kemal boşver der; ben mutfakta cambazlık yapa yapa yemekleri hazırladım veeee afiyetle de yedik. Selçuk aradı yine uzun uzun konuştular Kemal’le. Sağol kardeşim çok sağol.

Dışarıdayım nöbette, şöyle sırt üstü uzandım yıldızları seyrediyorum. Etraf bulutlarla kaplı ama bizim üzerimizde yıldızlar var. Sanki bize yarıyol hediyesi. İstanbul’dan ayrıldığımız güne geri gittim. Aslında kimse itiraf etmese de, bizi geçiren dostlarımızın da, bizim de en ürktüğümüz bölüm Okyanus Geçişi idi . Biraz yavaş olsak da çok şükür güvenle seyir halindeyiz. Eğer böyle giderse sağ salim karşıya ulaşabiliriz. Bakalım kısmetimizde daha Okyanus’un hangi yüzlerini görmek var?

Bu gün yelkenli bir tekne gördük. Bir anda gözden kayboldu. Ne olduğunu anlayamadık, hayal mi gerçek mi, bu kadar çabuk nasıl yok oldu, hiç bir anlam veremedik. Daha sonra telsizle konuştuğumuz arkadaşların verdiği bilgiye göre tek başına dünya türü yapan bir trimaranmış ve 24 saatte 300 mil sürat yapıyormuş. Yani kaşla göz arasında gözden kaybolması normalmiş. Yolu açık olsun.

Gece nöbetinde yine bulutlar, yağmur yağdı yağacak. Ne dersiniz şimdi hangi ruh halinde olalım. Ben hiçbiri diyor ve bu gece uyuklamayı tercih ediyoruuuuuuuum. Horrrrrrr.

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

13. GECE

Yemek sonrası film seyredelim dedi Kemal. Zaman çabuk geçsin diye bir action filmi seçtim. Başladık seyretmeye. İlk birkaç dakikadan sonra kulaklarımız denizin, yelkenlerin sesini duyamayınca garipsedik. Filmi durdurup, sesleri dinledik bir şey yok, her şey normal. Tekrar başladık iki üç dakika; sonra yine aynı tedirginlik. Bir kez daha durdur sesleri dinle. Bir daha ve baktık olmayacak filmi seyretmemeye karar verdik. Kemal’e göre Okyanus istememişti bizim seyretmemizi. Bana göre ise öylesine özel bir atmosferde idik ki garipsedik böylesine yapmacık, kin ve düşmanlık dolu bir dünyayı…

Okyanus onun kurallarına göre oynarsan, çok da zorlamıyor seni. Yok eğer kafana göre takılırsan; doğaya karşı verilecek bir savaşı kazanma şansın yok. Mucizeler hariç… Hemen minik, sakin dünyamıza döndük. Yakınımızda bulunan teknelerden birisiyle telsiz muhabbeti ve nöbetler. Aramızda 3 mil var ama onlar yağmura yakalanmış. Biz, bir kaç damla ile geçiştirdik. Sakin bir gece, ay gittikçe küçülmeye başladı, dolayısıyla karanlıklar da artmaya.

Başları göklere atalım
Serden geçelim…

Heeey , nerden geçelim?
Yalınayak, koşarak
Devlerin geçtiği yerden geçelim.

Nazım’in bu dizeleri geçiyor aklımdan bu akşam. Ne şiirin adını, ne de devamını anımsayamadım.

Yağmur bulutları düzenli olarak rüzgarıyla geliyor, esiyor yağıyor bir saat kadar; sonra sakinleşiyor ortalık. Üzerinden bir saat geçmeden bir yenisi. İşte biz de böyle böyle ilerlemeye çalışıyoruz karşıya. Biterken üzüleceğim sanıyorum. Hayatımda hiç yaşamadığım farklı bir yaşama temposu içerisindeyim. Öncelikler, değerler öylesine farklı, öylesine basit ki burada. Bir daha yaşamda bu frekansı yakalıyabilir miyiz bilmiyorum. Ancak çooook özel bir deneyim olduğu kesin; ben ve biz adına.

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

14. GECE

Alpaslan yoğun yağmur ve fırtına uyarısı verince biraz daha güneye inmeye karar verdik. 17. enlemdeyiz. Buralarda hava biraz daha hafifmiş. Ancak rüzgar da hafifledi; olsun. Geçişin başında süratımız 3-4 knotlara düşünce hemen motoru çalıştırıyorduk. Bir kaç saat içinde rüzgarı yakalıyorduk bir şekilde. Oysa şimdi bir atalet geldi üzerimize, bir sabır,bir anlayış havaya karşı. Sabret nasıl olsa rüzgar çıkar, hızlanırız. Rahat rahat seyir halindeyiz. Bir gün sonra varsak ne olur diyoruz.

Dolayısıyla çok fazla yelken trimi ile de uğraşmaz olduk. Gidiyoruz ya! Nette konuş, biraz kitap oku, biraz sudoku, biraz da yaz, uyku da var, yemesen olmaz. Hayat bundan ibaret.

Bu gece yine VHF telsizden aradılar. 7 mürettebatlı 31 metrelik bir mega yat. Geçişten konuşuldu, Barbados’a gidiyorlarmış. Daha önce bizim Sevgili Komodorumuz Teoman Arsay ile gittiğimiz marinaya. Söz verdi; bizim için havuzun ortasındaki barda rum punch içecek. Denizin ortasında birbirinin sadece ışığını, bazan radarda sinyalini gören iki kişi; birbirini hiç tanımasa da yarım saat sohbet ediyor, birbirine iyi dileklerde bulunuyor ve gittiği yerde bir an dahi olsa o tekneyi anıyor. Bazen de bir koyda karşılaşılıyor. Herkeste ortak bir paydayı paylaşmanın verdiği birlik ve beraberlik ruh hali var.

Maalesef beni romantizme iten ne ay, ne mehtap ne de yıldızlar var bu gece. Sadece biraz rüzgar hışırtısı, dalga şırıltısı ve yelken fısılltısı.

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

15. GECE

Yine kapkaranlık bir gece geçirmeye hazırlanıyoruz Okyanus’ta. 3. haftamıza girmiş bulunuyoruz ve son iki cumartesi gününü 26‘şar saat olarak yaşadık. Şu anda Antigua saatine geldik; her iki cumartesi ikişer saatten 4 saat geri aldık saatlerimizi. Çünkü her 15 derecede 1 saatlik fark hesabıyla saatler yeni konumuna ayarlanmış oldu. Bizim biyolojik saatimiz de zamanla oraya uyunca bir zaman problemi çekmeyeceğiz kısaca.

Gündüz aldığımız habere göre Ataköy Marina’dan Orer teknesi de halatlarını kesmiş ve Okyanus’a doğru yelken açmış. Hemen telefon ettik; Korent’i geçmişler bile, Patnos’talar. Denize girilesi bir hava vardı diyor Yavuz Kaptan. Yolları açık, denizleri sakin, rüzgarları kolay olsun. Salmalarının altında daima enaz iki karış su bulunsun.

Gece 03.00 gibi telefon çaldı, ya Erhan İzmir Sidney’den arıyor dedim veya Yeni Zelanda’dan Cüneyt. İkinci tercihimiz doğru çıktı. Seduş telefonda. Uzun uzun konuşuyorlar Kemal’le; sonra Cüneyt alıyor telefonu, veriyor coşkuyu o da… Onlar’ın tecrübeleri bize bu yolculuğumuzu çooook kolaylaştırdı. Onların da aklı buralarda. Ben Cüneyt ile konuşurken teknenin dışındaydım, anlamadım bir anda bağırmaya başladı; “Okyanusun sesini duyuyorum, okyanusun sesini duyuyorum” sonra da seslere eşlik etmeye başladı aynı ritm ile; hşşşşşşş hşşşşşşş hşşşşşşşş… Heyecanı anlatılamazdı. Sanıyorum sadece yaşayan bilir demekle yetineceğim. Onda bu deli fişek ruh olduktan sonra mümkün olan en kısa zamanda tekrar edecektir bu yolculuğu.

Artık tek renkli yaşar olduk. Her yer gri her şey gri…

Bu gece yunuslarımız yine misafirlik ettiler bize (Ya da evsahipliği yaparak eşlik ettiler yolumuza). Bir de uçan balıklarımız. Tekneye ziyarete geldiler, biz de onları denize iade ettik. Çok meşguldük bu gece çoooooooooooook.

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

16. GECE

Geceler yine erken başlıyor,saatler geri alındığından. Hava 17.00 gibi kararıyor. Türkiye ile saat farkımız 6 oldu. Artık her yeri ayrı ayrı düşünmek zorundayız.
Pınar: 1 saat geri
Türkiye; 6 saat ileri
New Zeeland ; 17 saat ileri
Yani bir telefon etmeden önce, saat hesabını yapmak gerekiyor.

İlk nöbet Kemal’de, rüzgarsız alana girdik. Bunu biliyorduk, Alpaslan’dan gelmişti bilgiler. Motorla gidiyoruz, önümüzde yine yağmur bulutları. Bu gece de squall ile karşılaşacağız. Nitekim rüzgar önce 30 knotlara çıktı, hemen yelkenler basıldı. Ardından yağmur başladı, bir saat kadar bardaktan boşalırcasına yağdı. Rüzgar iki saat kadar devam etti, biz de yelkene devam ettik; heyhat rüzgarımız kesildi . Yelkenleri topla, motora yol ver; okyanusta böyle geçer geceleeeeeer.

Saat 05.00 İlker aradı İstanbul’dan. En önemli haber, sevgili Murat Elyazar evlenmiş. Deryalar kadar mutluluklar Onlar’a.

Artık taze sebze olarak sadece domates, lahana ve havuç; meyva olarak elma, portakal, kiwi, mango var. Hepsinden 1-2 adet. Limonlarımız da var. Vitamin takviyesi yapıyoruz. Yıllardır kahvaltı masamıza uğramayan Nutella bile yenir oldu teknede. Seretonin takviyesi. Psikolojik dayanıklılık şart.

Geçişte herkes bir şeye takılıyor herhalde. Ben de griye ve bulutlara takıldım son günlerde. Gökyüzü gri, etraf gri, deniz gri, balıklar gri. Biraz zor oluyor böyle tek renkli yaşam… Ne yapalım diyorum ardından; bizim de kısmetimize bu düştü okyanus karavanasından…

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

17. GECE

Sweller olmasa göl gibi okyanus. Motora kuvvet gidiyoruz. Bugün mizana bumbasının yerinden çıkması ( tesadüfen gördük) bizi çok heyecanlandırdı. Pimi yerinden çıkmış, bumba sadece elektrik kablosu ve güneş tentesine dayanarak duruyormus. Bizim reis hemen yerine taktı. Ancak çok şanslıydık, zira hava çok sakindi. Yine de öğle sıcağında ve 30 derece sallanan teknede çalışmak gerçekten çok zahmetliymis. İnşallah daha kötü bir şey olmaz da; mecburen kötü havada çalışmak zorunda kalmayız.

Bugün birlikte yola çıktığımız dostlardan bir mail aldık. Gerçi hergün onlarla mailleşiyoruz. Günlük yaptıkları işleri,yedikleri yemekleri, tutulan balıkları anlatıyorlar. Onlar dört kişiler, nöbetleri paylaşıyorlar, oyun oynuyorlar. Maillerinin sonunda sıkıldık artıııııııııık mesajı veriyorlar. Oysa biz iki kişi ancak yetiyoruz herşeye. Bir de nöbetlerden beden yorgun düşüyor. Pek sıkılmaya vakit kalmıyor doğrusu. Artık 6-7 günümüz kaldı karaya ulaşmaya. Deniz tutması gibi kara tutması yaşar mıyız acaba?

Gece yine yakınımızdan geçen bir tekne ile konuştuk. Onlar da Barbados’a gidiyorlarmıs. Artık herkesin birleştiği bir nokta var ki teknecilikte boyutlar çok büyüdü. O nedenle de bir çok marina mega yatlara hizmet için organize olmakta. Arkadaşlar hariç son 17 günde karşılaştığımız teknelerin uzunlukları 32 m, 36m sonuncusu da 28 metre. Daha büyük, daha güçlü, daha gösterişli. Adım adım doğallıktan uzaklaşan doğal yaşam tarzları…

David Arkenstone (new age) dinliyoruz hafif hafif. O mu swellere eşlik ediyor, sweller mi O’na, bilmem ancak ortama son derece uyum sağlayan bir müzik oldu. Kemal’in deyimiyle Okyanus bu müziği benimsedi.

“Uyum içinde yaşamak ne güzel…”

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

18. GECE

İlk günler ağladık rüzgar, rüzgar diye; rüzgar geldi bulutlar ve yağmuruyla birlikte. Bu kez grilerden sıkıldık; hani nerede güneş, nerede masmavi okyanus demeye başladık. Okyanus’un mavisini ve güneşi görmeye başladığımızda ise bulutlar gitmişti, rüzgarı da beraberinde yanına alarak. İnsanoğlunun garipliği işte: elindekinin kıymetini kaybettikten sonra çooook daha iyi algılıyor.

Motorla ağır devir yol almaya devam ediyoruz. Gündüz pamucuk pamucuk olan trade wind bulutları akşam üzeri toparlanmış yağmur olarak yağmak üzere etrafta yerlerini almışlardı. Gün batımında ayrı güzel bulutlar. Sanki denizin üzerinde iceberg var da; güneş de onların ardından batıyor gibi bu akşam. Güneş batar batmaz da bulutların renkleri siyaha dönüşüyor. Kızılın, grinin, mavinin arasına serpiştirilmiş siyah pamucuklar gibiler. Sanki üflesen hepsi yer değiştirecek. Nasıl da naif görünüyorlar?

Ay artık son hilal halinde. Gökyüzünde yıldızlar da net olarak seçilebiliyor. Ara ara gördüğümüz uydular ise inanılmaz sahte parıltılarıyla bu doğal tablo içinde yerini alıyor. Ama kayan yıldızlar gerçek, dilekler ardarda sıralanıyor, çocuklaşıyorum adeta, nöbet süper bu gece…

Tan ağarırken siyah pamucuklar yine ufukta yerini aldı; önce bir grilik, sonra tatlı bir sarının ardından pembe bir ışık hüzmesi tüm gökyüzünde; gri bulutlar acemi bir ressamın fırçası yanlışlıkla değmişcesine heryerde. Ve finaaaaaaal : Ateş topu bulutların arasından sarı kırmızı oklarını fırlatarak gökyüzünün kara gri örtüsünü deliyor ve yepyeni bir gün kendine özel renkleriyle başlıyor…

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

19. GECE

2,5 günlük motor seyrinden sonra mazotumuz artık sadece bir tam günlük kalınca, motoru kapatmaya ve rüzgarı beklemeye karar verdik. 2,4 knot hızımız var, 0,5-0,8 knot da akıntı ile beraber sürüklenerek gitmeye çalışıyoruz. Biraz da yelkenleri geleceğini tahmin ettiğimiz rüzgara göre trim ettik; 1-2 saat sonra o yönden rüzgar hafiften üflemeye başladı. Sonra yavaş yavaş arttı ve bu gece 5-6 knot süratle harika bir seyir yapmaktayız. Şükür…

Akşamlar halen erken başlamakta. 5:30 pm gibi hava kararmaya başlıyor. 6:00 pm‘de tamamen kararıyor. Biz de o saatlerde yemek faslını hallediyoruz. 7.00 gibi nöbetler başlıyor. Herkes 3 saat uyuyabiliyor. Bu uyku da yetmeye başladı. Artık gündüzleri de uyumaz olduk. Kitap okuyabiliyoruz rahatlıkla. Kemal bilgisayar ve telsizle, ben de sudoku ve kitaplarımla vakit değerlendiriyorum. Adalar kitaplarına başladık. Sevgili Cüneyt’ten, Nilgün ve Ali’den gelen pek çok kitap var elimizde. Bir kaç tane de ben aldım Pınar’la. Kaynak çok kısaca, gelin dostlar buralara, tadını çıkartalım beraber…

Ay, yıldızlar, kayan yıldızlar, mehtap, dalgalar ile ve motor sesi olmadan bir seyir. Daha ne olsun! Ara sıra üzerimizden geçen yağmur bulutlarına da alıştık. Bizi hiç rahatsız etmiyorlar. Zaman gördüğümüz gibi alışmanın en büyük ilacı…

Yarına 500 milin altına düşüyor kalan mesafemiz. Bu hızla sanıyorum pazar gece veye pazartesi sabah Antigua’ya varabileceğiz. Hiç önemli değil. Teknemiz, yemek, içmek, rüzgar, yelken, bulut, güneş, her şeyimiz yeterince var; keyfini çıkartıyoruz.

ATLANTİK GECELERİ

20. GECE

Alpaslan’dan mail var. “Rüzgar var diye gevşemeyin, iki gün sonra rüzgarsız alan başlıyor.” deyince aldı mı bizi bir telaş. Hemen yelkenleri daha dikkatli trim ettik; 5-5,5 knot olan hızımız hemen bir knot arttı. Ancak karaya yaklaştıkça squall bulutları da fazlalaştı. Bu gece benim nöbetimde bir tane, Kemal’in nöbeti sırasında dört adet çok ciddi squall geçti üzerimizden. Squall anı bizim kırmızı alarm dediğimiz saatler. Rüzgar 30-35 knotların üzerine çıkıyor, yelkenler full arma olunca otopilot söz dinlemiyor; Kemal dümene geçiyor, rüzgar bir süre estikten sonra sıkı bir yağmur bastırıyor, yağmurun ardından rüzgar düşüyor herşey eski seyrine dönüyor. Bu olayın süresi yarım saatle bir saat arasında değişiyor. Aslında itiraf edeyim, bu hava ilk günlerde olsaydı çok ciddi heyecanlanır, uykusuz kalır,geceyi ayakta geçirirdik. Oysa şimdi en azından nöbette olan uyuyabiliyor.

Baccus teknesiyle oldukça yakın gidiyoruz bu gün. Sıkça da konuşup paylaşıyoruz rüzgar,swell, gemi, tekne gibi gelişmeleri. Rüzgarla birlikte keyifler yerine geliyor. Her teknede olduğu gibi o teknede de bir takım aksaklıklar var, Onlar konuşulup fikir alış verişinde bulunuluyor. Bizim de yapılacaklar listemiz epey uzamaya başladı. Kemal’in dediği gibi eskime denizde ve suda daha çabuk oluyor. Uzun süreli ve sürekli kullanımda doğal yıpranmalar süreci daha da hızlanıyor. İnşallah çok ciddi bir problemle karşılaşmadan yolumuzu tamamlayabiliriz. Bu gece 400 milin altına iniyoruz. Sermet “Ne olacak abi Ataköy-Göcek mesafesi” diyor. Doğru, doğru da heyecan çoğaldı sanki.

Cüneyt telefonda; “Hadi abi, Okyanus’ta mı yaşamaya karar verdiniz?” Seda; “Aman denizde çok kaldınız, kara çarpmasına dikkat edin” diyor, Bunun anlamı ilk bir kaç gün arabalardan uzak durmalıymışız. Cüneyt’e iki defa araba çarpıyordu diyor. Bakalım bize neler olacak??????

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

21. GECE

Bu gece neler mi oldu ? Düşündüm, ancak bu gün gelen bir e-mail öylesine anlamlıydı ki benim için. O nedenle sözü bu üstada bırakmaya karar verdim.

“Al sana Atlantik tasfiri… Sizinkine benziyor mu bakalım?

”Bambaşka bir heyecandır okyanusta yelken yapmak. Kimi zaman yüreğini coşturur, kimi zaman kanını dondurur. Okyanusla birlikte koşmak farklıdır , ona karşı gitmek farklı. Bazen zordur 6-7 m yükselip alçalan dalgalarda karnını doyurmaya çalışmak. Ayakta duramazsın, kapakları, dolapları açamazsın. Deniz tutmasından korkup bazen tuvalete gitmek istemezsin. Geceleri kendini bir köşeye sıkıştırıp zamanı öldürmeye çalışırsın büyük bir gayretle.

Tam yerime alıştım derken tependeki hava dönmeye başlar, yelkenler çırpınır ve çılgın bir yağmur başlar gecenin içinde. Yağmurun, rüzgarın,
dalgaların ve yelkenlerin patırtıları birbirine karışır. Her şey yarım saatte olup bitiverir. Zifiri karanlıkta çırpınıp duran şartlara trim yapmaya çalışırken , birden her şey normale döner. Derin bir sessizlik çöker. Yavaş yavaş arkandan sana yetişmeye çalışan rüzgarın eskisinden ıslak
uğultusunu duyarsın yine. … ve koca dalgalar arasında buruldukça sürekli çatırdayan geveze teknenin söylediklerini dinlemeye başlarsın.

Bir tropical squall görevini yapmış, itina ile üzerinden geçip seni uyandırmıştır. Bir sonrakine kadar belki yarım , belki bir saatin var uyuklayacak. Böylece sürüp gider gece okyanusta. Sonra yerini mükemmel bir kızıllık ile doğan güneşe terk eder. Sakinleyen havayla kolayına bir seyir başlar. İki yanında uzanan Ticaret rüzgarı bulutları, karikatüre benzeyen halleriyle içini neşelendirir. Gecenin mahmurluğu sabahın serinliği ve kahve kokusu birbirine karışır .

İlk ışıklarla birlikte, bazen bir sürü yunus takılır teknenin burnuna. Onlar şovlarını tamamladıktan sonra tiz bir ses duyulur kamışın makarasından.
10 kiloluk bir Dorado’yu çekersin güverteye büyük bir çaba ile. Sanki bütün gece gösterdiğin sabırın karşılığını verir okyanus. Kızgınlığı geçmiş sevgili gibi, cömertçe verir armağanlarını. Doyamazsın bu ilişkiye, büyük tad alırsın…..”

Ama siz doydunuz galiba …:)

Sabır ya kaptan ve çatlak tayfası

Eveeeeeet bu da sevgili Cüneyt’in tasfiri. Üstad bir yazmış pir yazmıs. Başka söze ne hacet…

Nesrin

ATLANTİK GECELERİ

22. GECE

Galiba geçişimizin son gecesi bu gece. Ne hissettiğimin analizini bile yapamaz haldeyim. Görev ve yol devam etmekte, yemeğimizi hazırlıyorum, nöbetimi tutuyorum, ortalık toparla, gece hazırlıkları aksamasın. Yine bulutlarla dolu bir gökyüzü ve geceye merhaba dedik. 7.00-10.00 Kemal; 2 gemi gördü, Baccus ile konuştu, üzerimizden iki squall geçti. 10.00- 01.00 Nesrin; bir gemi, bir squall, birkaç yıldız, bolca bulut. Bulutlar yoğunluğunca düşünceler geçiyor beynimden, dalgalar Pank’ı döverken. Sanki yarın da böyle geçecek gibi… Ama bir yanım da hayır diyor, hayır yarın gece bambaşka bir alemdesin!!!!

Kapatıyorum gözlerimi, elektroniklerden gelen sesler;
-Şimdi otomatik sintine pompası su boşaltiyor; 26-34 bip
-3bip; wind wane rüzgar açısı değişti.
-2 bip; jeneratörü çalıştırmak gerek, aküler zayıfladı.
-1 trrrrrrrrrt; az sonra telefon çalacak biri arıyor…

Otomatik olarak o yöne doğrul, işini yap,problemi hallet, nöbete devam. Halatların gerginliğini çıkan seslerden anlayıp hemen trimi düzeltiyorsun; gözün kapalıyken bile. Rüzgar,dalga ve teknenin çıkardığı seslerden kaç knot hızla gittiğini kestirebiliyorsun. ALIŞMIŞTIK KISACA.

04.00-07.00 tanyeri gittikçe daha geç ağırmaya başladı. Saat 05.00 gibi hafiften bir aydınlanma başlıyor. Sonrası malum… Ama o da ne, bu sabah nöbet başladığı anda teknenin burnunda bir aydınlık, aydınlık da değil bu bir ışık gölgesi…

Işık gölgesi nedir bilir misiniz? Kapkaranlık bir gecede ,kapkaranlık bir denizin ortasındasınız. Sadece tepenizde çoooook çoook uzaklarda yıldızlar var ve batıya doğru gidiyorsunuz. Güneşin size o taraftan sürpriz yapma imkanı yok. Oysa gökyüzüne uzayan bir sisli bir ışık hüzmesi görüyorsunuz!!!!!!

ADA?
Evet !!

ADA’nin ışıkları süzülüyor gökyüzüne… Sanki güneşte uzayan gölgeler gibi, uzayan ışıklar var gökyüzüne doğru. Bu ilk “LAND AHOY” deyişim, karayı görmeden sessizce; zira Kemal’im uykuda. İçim kıpır kıpır ama “eeeeee sonra?” diyorum, cevabı bulamıyorum. Bir boşluk yaşar mıyım acaba diye merak içindeyim.

Saat 06.00 Kemal’e “günaydın” demek üzereyken,otopilot farklı bir alarm vermeye başladı. Kemal kontrol etti, kilitlendi,çalışmıyor. Önce yedek otopilotu devreye soktuk, sonra Raymarine’ci dostumuz Orhan’i aradık. Neler olduğunu anlatırken Kemal bir anda başladı bağırmaya ”LAND AHOY, LAND AHOY” diye. Uyuşmuş gibiyim, aynı anda otopilot kendiliğinden yeniden çalışmaya başladı. Hiç bir şey anlamadık. Telefonu kapatıp şaşkın şaşkın baktık birbirimize, sonra gülmeye başladık, ardından zıplamaya.

Neden demeyin öyle oldu iste!!!!!! Bizim dışavurumumuz da böyle aksetti. Hemen elektrikli otopilot devreden çıkartıldı, hidroliğe geçildi. Derin bir “Ohhhhhh!” çekildi, duşlar alındı, üst baş değiştirildi, tüm yorgunluk emareleri yüzlerden silindi veeeee karaya doğru ilerlemeye devam edildiiiiii.

Heyhat, kolay mı öyle karaya kolay ulaşmak? Son 5-6 saat içinde yaşadığımız en ciddi 4 squall birden geçti üzerimizden. Biz de anlamadık, bu Okyanus’un vedası mı yoksa Antigua karşılaması mı?

Adaya daha önce ulaşan dostların ve farklı teknelerin konuşmalarını duyuyoruz telsizde. Biz de onlarla konuştuk. Harika. Daha da harikası böylesine özel bir yolculuktan sonra birilerinin karada seni karşılıyacağını bilmek.

Ayvalık girişi gibi bir kanaldan geçerek Jolly Harbour Marina’ya bağlandığımızda 9 Aralık Pazar saat 13.00 idi. Tony ve Christine bize meyve sepetleri ve rum punch ikramı ile hoşgeldiniz dediler. Hoşbulduk palmiyeler, turkuaz deniz ve adalar dünyası…

Bu gece hikayemiz de biraz uzadı. 30 Temmuz 2007 Ataköy Marina’dan bu yana ulaşmak istediğimiz hedef nokta burası idi ve geldik. Bunu söylerken dahi boğazımda bir yumruk, gözyaşlarım hazırolda. Hem şükürler ediyorum Tanrı’ma bizi sağ salim, kazasız balasız buralara ulaştırdığı için, hem de herkesin arzularına ulaşabilmesi için ayrı dileklerde bulunuyorum.

Sonrasını ayrı başlıklarda paylaşmak üzere;
BİZ HOŞÇA GELDİK
SİZ DE HOŞÇA KALIN…

TEŞEKKÜRLER BİZİMLE BU SERÜVENİ YAŞAYANLARA…

Nesrin

© 2023 DünyaKazan